Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

14-Cude, Katle teşebüs, Muaviye’nin zehri, Zeynep’in şüphesi, Son zehir



Cude

Ensvane, doğruca imam Hasan’ın evine gitmişti. Cude’nin odasına girerek: Ya Cude!... Şam’dan, amcamın oğlu geldi. Yarın, onunla önemli bir işimiz var. Onun için hizmetine bugün geldim... dedi ve Cude’nin verdiği çamaşırları yıkamak için işe girişti.

 

Ensvane, Cude’nin hoşuna giderdi. Çünkü, o, bir taraftan da birtakım tuhaf fıkralar anlatırdı. İşte şimdi de Cude, onun karşısına geçmiş: Haydi bakalım Ensvane... birkaç hikaye söylede dinleyelim.... demişti.

 

Ensvane, etrafına göz gezdirdikten sonra, ciddi bir tavır alarak: Ya Cude!... bugün sana hikayeden değil, gerçekten söz etmek isterim... diye cevap verdi.

 

Ensvane’nin ciddi bir tavırla söylediği bu sözler, Cude’ye hayret vermişti. Onun, karşısına çömelerek sormuştu:

→Gerçekten mi?...

→Evet...

→Ne gibi gerçekten?

→Bunu söylemeden önce, senden teminat isterim.

→Ne teminatı?...

→Söyleyeceğimi hiç kimseye sölemeyeceğine dair.

→Anamın, babamın ve bütün kabilemin üzerine yemin ederim.

 

→Öyleyse, bana biraz daha yaklaş, iyice dinle: Şam’dan gelen halamın oğlu, halife Muaviye’nin sarayında seyistir. Halife onu, , oğlu Yezid’inhizmetine vermiştir. Onun için halamın oğlu, çok zamanlarını Yezid’in yanında geçirmektedir.... Bilir misin Cude: bir gün Yezid, sarhoşluk arasında, yanında bulunanlara ne demiş?... Mutlaka eşim, Hasan veyahut kardeşiHüseyin aleyhine bir şey söylemiştir....

 

Hayır.... hayır... Halamın oğlunun söylediğine bakılırsa, dünyanın en büyük servet ve saltanatı içinde yaşayan Yezid; Medine’nin bir köşesine çekilen ve senin gibi güzelliği gözler kamaştıran bir eşi varken, her gün bir karı tazeleyen Hasan’la katiyen meşgul değilmiş... işte Ensvane, bu gibi sözlerle Cude’in aklını çalmaya çalışıyordu.

 

→E... o halde Yezid neden söz etmiş?

→Senden....

→Benden mi?... Ne münasebet!...

→Halamın oğlunun söylediğine göre, senin ne müstesna bir güzelliğe malik olduğundan söz açılmış , Yezid, dayanamamış; «Cude benim eşim olsaydı, gözlerini çevirip de başka bir kadının yüzüne bakmazdım. O, tam bu saraylarda, bu debdebe ve saltanat arasında yaşamaya laik bir kadındır. Ne yazık ki, Hasan gibi birisine düşmüş... Zavallı kadın her gün üstüne gelen ortaklar içinde kim bilir ne acı azaplar çekiyor....» diye bağırmış.»

 

Ensvane’nin bu akıl çalar sözleri karşısında şaşırıp hayrette kalmış; ne cevap vereceğini şaşırmıştı.

 

Cude’nin yüzüne göz ucu ile bakan kurnaz Ensvane, onun bir anda sarsıldığını görür görmez, bu fırsatı kaçırmamıştı: Ya Cude!... Yezid’in bu sözlerine karşı, ne düşündüğünü bilmem.... ama, ben genç ve senin gibi güzel bir kadın ve özelikle senin gibi, kocam tarafından her gün ayrı bi istiskale maruz kalsaydım, Yezid’in bu teklifini cana nimmet addederdim... Malum ya, şu dört günlük dünyanın sonu, nihayet ölüme dayanıyor.... İnsan bu dünyaya sevmek ve sevilmek ; zevk ve mutluluk içinde ömür geçirmek için gelmiştir. Senin gibi taze bir gülün, burada, bu izbe, dar ve karanlık odalarda solup gitmesine, ne Allah razı olur, ne de kul. Şimdi, senin gibi bir kadının hakkı, kocası tarafından çoskun bir sevgi ile  sevilmek.... Cennet gibi sarayların ve bahçelerin içinde huriler gibi salınıp gezmektir.... Ne yazık ki, sen burada, iki günde bir, yeni bir sevgiliden zevk alan Hasan’ın abası altında, o nazenin ömrünü israf ediyorsun... demişti.

 

Bu sözler Cude’ye büsbütün şaşkınlık vermişti. Uzun uzun düşündükten sonra, derin derin içini çekmiş, mütevekkil bir lisanla: Ne yapalım Ensvane?... Kısmet.... diye cevap vermişti.

 

Cude’nin fikrini bu mecraya sokan Ensvane, artık günlerce onu tamamıyle kendine ram(bayun eğen, kendini başkasının boyunduruğu altına sokan) ettikten sonra: Artık sana açıkça söyliyeyim Cude: Dünyanın en büyük ikbal ve saadeti, ayaklarının ucuna kadar gelmiştir. Şam’dan buraya gelen, benim halamın oğludeğil; halife Muaviye’nin gizli yakınlarından olan Mervan’dır. Muaviye, bu adamı mahsus senin için göndermiştir. Hasan’ı zehirleyip de vücudunu ortadan kaldırırsan, Muaviye, hem sana elli bin dirhem verecek, hem de oğlu Yezid’i sana nikah edecektir...... Bana inanmazsan, gel, Mervan ile görüş.... demişti.

 

Katle teşebüs    

 Cude’nin kalbindeki kin, gayiz ve ihtiras ateşleri alevlenmişti. Bir gün, fırsat bularak bir abaya bürünmüş. Ensvane’nin evine gitmiş, orada Mervan ile görüşmüştü.

 

Mervan, Ensvane’nin sözlerini tekrar ettikten sonra, bu sözlerin tutulacağına dair Cude’ye teminat vermiş, ondan sonra da, meşin bir kese içinde bir mendil göstererek: Hasan’ı zehirlemek hususunda, katiyen güçlük çekmeyeceksin... Şu mendili al... Onun vücudunu bununla sil, yeter.... Bu mendildeki zehir, derhal O’nun vücudunun muhtelif noktalarına yayılarak, onu öldürecek; seni de dünya mutluluğunun en yüksek mertebesine eriştirecektir.... demişti.

 

Cude, nefsi ile uzun bir mücadele geçirmişti. Zevci (Eş, kadın’ı) imam Hasan’a karşı kalbinde hissettiği kızgınlığın etkisine yenilirken, buna başka bir kuvvet de katılmıştı.

 

Vaktiyle, Nehrivan savaşında, Cude’nin akrabasından bazıları, imam Ali’nin askerleri tarafından kılıçtan geçirilmiş ve bu da bütün aile efradı gibi, Cude’nin kalbinde vakit vakit acısı hissedilen acı meydana getirmiştir.

 

İşte şimdi, bu etkiler altında kalan Cude, Mervan’ın teklif ettiği cinayeti kabul etmiş: Pekala... Bu işi yaparım... Ancak şu var: Hasan artık eskisi gibi bana rağbet etmiyor. Bu mendili kullanmak için onu odama davet edersem, şüphelenebilir ve davetimi reddedebilir... onun için başka bir araca baş vuralım. Ona ya bir şey yedirelim veyahut bir şey içirelim... diye cevap vermişti.

 

Muaviye’nin zehri  

Ertesi gün Mervan, hecinine atlamış, çölleri, yel gibi geçerek Şam’a gitmiş. Cude ile verilen kararı Muaviye’ye bildirmişti.

 

Muaviye, özel doktoru İbnil’esal’i çağırmış; dikkati çekmeden, Hasan’ı öldürebilmek için zehir istemişti.

 

Artık bu hususta ihtisas kazanan İbnil’esal, muhtelif zehirlerden mürekkep  bir tertip vermişti. Önce, kendisini özelikle düzenlediği zehirli bal ile işe girişilecekti..... Hasan, bir süre yavaş yavaş zehirlendikten sonra, sonunda ölümü getirecek olan zehir içirilecekti.

 

Mervan, bu zehirleri almış, gene Medine’ye dönmüştü. Üç kişiden kurulu çinayet şebekesi gene Ensvane’nin kulübesinde birleşmişlerdi. Mervan, zehirleri Cude’ye teslim etmiş ve bunların nasıl kullanılacağını anlatmıştı.

 

Cude, ertesi gün işe girişmişti. Önce eşi Hasan ile aralarındaki soğukluğu kaldırmak için birkaç gün onunla sık sık temas vesileleri sağlamış ve sonra da bir gün bütün kadınlık sihrini kullanarak fettan(Gönül ayartıcı, cilveli) bir tavırla: Ya Hasan!... Niçin beni bu kadar ihmal edersin? Sana olan sevgimi bilmezmisin?... Bahri, haftada bir gün olsun odama gel de mahzun kalbimi şad et!... demişti.

 

İmam Hasan, bunu kabul etmişti. Bir gün, sabah ibadetinden sonra, Cude’nin odasına gelerek, öğleye kadar orada vakit geçirmişti.

 

Cude, imam Hasan’a son derece izzet ve ikram ederek önüne bir tepsi getirmişti. Bu tepside, imam Hasan’ın pek sevdiği taze hurma  ile nar, badem, incir ve bir tabak da sızdırılmış bal bulunmaktaydı.

 

Cude, bal tabağını imam Hasan’a göstererek: geçen gün, çarşıya çıktığım zaman bu balı bir yemenlinin elinde gördüm. Aklıma sen geldin, sana takdim etmek için satın aldım. Afiyetle ye... demişti.

 

Bu cemile(güzel davranış, gönül alıcı davranış), imam Hasan’ın hoşuna gitmişti. Küçük bir tabak içinde bulunan balı, son lokmasına kadar yemişti. Halbuki bu bal, zehirliydi.

 

Ertesi gün imam Hasan’da, hafif bir takatsizlik baş göstermişti. Bütün vücudundan buz gibi terler dökülerek yatağa girmişti. Birkaç gün süren bu rahatsızlık, sıtmaya yorulmuştu.

 

Cude, bu süre içinde birkaç kere imam Hasan’ın odasına gitmiş, hasta eşini ziyaret etmişti ve her gidişinde de bal şerbeti ve taze hurma götürerek, bunları: İnşallah, şifa olur! diye, kendi önünde ona içirmek ve yedirmek istemişti.

 

Yapılan tedavilere rağmen, imam Hasan’ın rahatsızlığı geçmemişti. Tam tersine bir takım mide sancıları ve istifralar başgöstermişti.

 

Zeynep’in şüphesi  

İmam Hasan’ın kız kardeşi Zeynep’in kalbine birdenbire bir şüphe girmişti: Ya Hasan! Hastalığının hali bana endişe veriyor. Düşmanlarının sana kastetmelerinden korkuyorum. Bundan sonra kimsenin elinden bir şey alıp yeme. Hatta, benim elimden bile... demişti.

 

Zeynep’in bu sözleri, imam Hasan’ın kalbine, böyle bir kaste cesaret edebileceğini, aklından geçirmemişti. Böyle olmakla beraber. Onları tecrübeden geçirmeye karar vermişti.

 

O gün Cude, imam Hasan’ı yoklamaya gelmişti ve gene gümüş bir tas içinde bal şerbeti getirmişti.

 

İmam Hasan, şerbeti Cude’nin elinden almış, dikkatle içine bakmış ve sonra: Sevgilim! Benim için her gün zahmetlere giriyorsun.... Bugün, bu şerbeti seninle bölüşmek istiyorum. Müminin artığı mümine şifadır, derler. Şunun yarısını sen iç, artanını da bana ver... diyerek, tası Cude’ye uzatmıştı.

 

Cude, kısa bir tereddüt geçirdikten sonra tası almış, dudaklarına doğru kaldırmıştı. Ama, o anda tas elinden kaymış, yere yuvarlanmıştı. Cude, üzüntülü bir tavır alarak: Ah... Ne beceriksizlik ettim... diye bağırmıştı.

 

İmam Hasn’ın kalbindeki şüphe kuvvetlenmişti. Cude’nin kendisine ihanet ettiğine artık şüphe kalmamıştı. Ama, Cude’ye hiç bir şey hissettirmemek için: Üzülme... demek, o bal şerbetini içmek, ne sana, ne de bana kısmet değilmiş.... diye karşılık vermişti.

 

İmam Hasan’ın bu sözleri üzerine Cude, geniş bir nefes almış ve odadan çıkmıştı. Cude, gider gitmez, imam Hasan derhal kız kardeşini çağırmış: Ya Zeynep!.. Bana kastedildiğine şüphe ettiğin için haksız değilmişsin.... demiş, sonra, Cude ile aralarında geçen olayı anlatmıştı....

 

Zeynep, öyle üzülmüştü ki, hemen Cude’nin odasına gidip, onu parçalamak istemişti. Ama, imam Hasan, onu durdurmuş: Elde kesin bir delil olmadıkça Cude’yi suçlamaktanne çıkar? Sabredelim; bakleyelim. Her halde bana tekrar zehirli bir şey getirecektir. O zaman kendisini yakalar ve icabına bakarız.... diye, Zeynep’in heyecanını yatıştırmıştı.

 

Zeynep, artık ihtiyatlı harekete kara vermişti. Günlerden beri yavaş yavaş verilen zehrin etkisiyle hasta olan kardeşinin eşine emniyet etmeyerek yatağını imam Hasan’ın odasına getirmişti ve imam Hasan’ın su içtiği testinin ağzına da bir tülbent bağlayarak o tülbendin ucunu balmumu ile yapıştırmış ve imam Hasn’ın mühriyle mühürlenmişti.

 

Son zehir

Cude’ye gelince... Bu kurnaz kadın, eşi imam Hasan’ın kalbinde birdenbire uyanan şüpheyi derhal hisetmişti. Üzerinden bu şüpheyi silmek için, kayıtsız davranarak, belli zamanlarda gene odasına gelmişti. Ama yiyecek ve içeçeğe dair hiç bir şey getirmemişti.

 

Günlerce böyle yaparak gerek İmam Hasan’ın, gerek Zeynep’in şüphelerini gidermek istemişti. Zaman geçtikçe, Mervan’da bir sabırsızlık baş göstermişti. Ölümü getirecek olan asıl kesinzehri bir an önce imam Hasan’a içirmesi için, Ensvane aracılığıyle sık sık Cude’ye habergöndermekteydi.

 

Sonunda, Cude, kararını vermişti. Bir gece, tehlikeli bir teşebbüse girişerek; artık bu korkunç cinayeti son bir cüretle sonuçlandıracaktı.

 

Hicretin ellinci sefer ayının yirmi dokuzuncu Salı geçesiydi. Her taraf sessiz ve sakindi. Vakit, gece yarısını geçmişti. İmam Hasan’ın evinde bulunanlarınhepsi odalarına çekilmiş, derin bir uyku içindelerdi.

 

Cude de, herkes gibi odasına çekilmiş: yatağına girmişti.... ama uyumamış; büyük bir sükünet içinde saatlerin geçmesini beklemişti.

 

Gece yarısına doğru, yatağından kalkmış, oda kapısını aralamış; tıpkı bir hayal gibi, sessizce imam Hasan’ın odasına doğru ilerlemeye başlamıştı.

 

İmam Hasan’ın odasının avluya açılan pençeresi önüne gelmişti. Hava sıcak olduğu için, pencerenin kapakları örtülmemişti. Cude, başını içeri uzatmış; durumu gözden geçirmişti. Sedirin üzerindeki yatakta imam Hasan yatıyordu, O’nun önünde yere serilmiş bir şilte üstünde de Zeynep uyuyordu, ikisi de derin bir uyku içindelerdi.

 

Cude, artık herşeyi göze almıştı. Ellerini pencerenin kenarına dayamış; bir yılan gibi sessizce içeri kaymıştı. Karanlığa alışan gözleriyle, imam Hasan’ın su içtiği testiyi aramıştı ve sonra koynundan, küçük sürme tolumlarına benzeyen meşin bir kese çıkarmıştı. Bunun içindeki beyaz bir tozu (Eski Arap tarihlerinin pek çoğu, bu zehrin, elmas veyahut gümüş tozundan yapılmış olduğunu yazarlar.) testinin ağzındaki tülbendin üzerine boşaltmış, parmağını bu tozun üzerine süre süre tamamıyle testinin içine indirerek, bezin üzerinde hiç bir eser bırakmamıştı. 

 

Kitap: Kerbela Vakası –Ziya Şakir

Ekleyen: Seyyid Hakkı

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...