ANASAYFA

Cahillikte, birbiriyle yarışan bir Bidatcı ümmet…
Asıl konumuza geçmeden önce konuya hakim olmak için üç önemli kavramları açıklamakta fayda vardır.
Bu kavramlar Biatçılık, Bidatçılık ve Takvacılık…
Biatçılık Peygamberlerin tebliğ ettiği dine uymak ve yaşamına uygulamaktır. Alevi deyimiyle ikrarını vermek ve ikrarına bağlı kalmaktır.
Bidatçılık sonradan dine eklenmiş, mal edilmiş veya din adına yapılmış değişikliklere bidatçılık denir. Dinde yeri olmayan ve dine aykırı bir kavramdır.
Takva kula kulluktan yani şirkten, kötülüklerden, kötü huylardan, vs. kaçınmak ve sakınmak halidir.
1500 sene önce, Hz.Muhammed Mustafa, ilim Çin’de olsa dahi gidin alın” buyurmuş. 1500 sene sonraki ümmet kadınların okuması caiz değildir deniliyor!
1500 sene önce Şahı Merdan Ali, „Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” buyurmuştur. Fakat 1500 sene sonraki ümmet, 9 yaşındaki kız çocukla evlenilir mi yoksa evlenemez mi gibi bir sapıklığın içine düşmüştür.
1500 sene önce Hz.Muhammed Mustafa, „Fatma benim annemdir“ yani baş tacımdır buyurmuştur. Fakat 1500 sene sonraki ümmet kadını meta gibi görüp köleleştirmiştir.
Çalışmadan, alın teri dökmeden, zahmet çekmeden zengin olan menfaatcı ümmet yani din tücarları, Zengin oldular fakat zekat vermedikleri gibi halen zekat topluyorlar. Kendilerine Zekat veren gariban, fakir insanlara da utanmadan, sıkılmadan halinize şükredin diyorlar.
Bu rezilliği kabul etmeyen, içine sindirmeyen, adaletsizliktir, vurgunculuktur, talancılıktır diyen insanlar afaroz ediliyor, suçlanıyor, vatan haini diye suçlanmaktalar. Din elden gidiyor diyerek insanları duygu sömürüsüne maruz bırakıyorlar.
Dolayısıyla alın teri dökmeden, zahmet çekmeden, çalışmdana zengin olan din telalcıları yüzünden insanlar dine düşman oldular. Ümmet nereye gidiyor diyen yok, sorgulayan yok. Allah Allah, yalah yalah zihniyeti almış başını gidiyor.
Oysa Hz.Muhammed Mustafa, Şahı Merdan Ali, On Iki Imamlar ve Ehli Beyt insanların duygularını sömüren, manevi değerleri tarumar eden ne bir din ve ne de bir ümmet bıraktılar. Bu ümmet Vahibi, Emevi, Kureyş ve Abbasi hanedanlarının islam dini adı altında insanlara dayattığı Arap ırkçılığı ve gelenek görenekleridir.
Günümüzde okumayan, araştırmayan, sorgulamayan bidatçılık yani kula kulluğu kabul eden bir ümmet söz konusudur.
Bidatçı ümmet Hıristiyan, Yahudi, doğa inançları, vs. kafir-Gavur diye beddua edip katli vaciptir diyorlar. Ancak ceplerinde kafirlerin ürettiği cep telefonu, altında onların ürettiği araba, ellerinde onların silahı, evlerinde onların kap kacakları, makineleri, cihazları, vs. vs.
Bidatçı ümmetin Kafir-Gavur dediği insanlar yıldızlara gittiler, gezegenleri kefş ettiler, her dalda devrimler yaptılar ve türlü türlü mucizelere imza attılar.
Fakat Bidatçı ümmet ise aklını kullanan insanları katlettiler, sürgün ettiler, kalemi kırdılar, ilmin üstünü cehalet çamuruyla sıvazladılar ve Bidatçı ümmetin en büyük devrimi, belden aşağı bacak arası devrimidir.
Kafirler-Gavurlar bilim dalında üstünlüğü yakalamak için gece gündüz akıl yorarlarken, Bidatçı ümmet kadının saçı gözükmesin, baş örtüsü eksik olmasın gibi kişileri ilgilendiren durumlar için gece gündüz yalan, asılsız fetva ve hadisler ürettiler.
Kafiler-Gavurlar kadının ilimde ilerlemesi ve ilim Dünyasında hak ettikleri yeri almaları için büyük çaba ile gayret içindeyken, Bidatçılar kadının yeri mutfakdır diyorlar.
Kafir-Gavurlar insanların rafası için ilim ile bilime değer verirken, Bidatçı ümmet namaz kılın, oruç tutun, zekat verin, Haca gidin ki cennete gidesiniz, sayısızca Huriler sizi bekliyor diyerek insanları cehaletein bataklığına ittiler ve halen de itmeye devam ediyorlar.
Bidatçı ümmet insanları kendilerine köle-tutsak haline getirmek için her türlü yalanı söylediler, kandırdılar ve uyuttular. Fakat insanlara ibadeti öğretmeden önce, edepli olmayı öğretmediler.
Bir cami hocasının Caminin duvarına astığı bir tabelenin üstündeki önemli bir mesaj aynen şöyledir.
Çocuklarımıza, ibadet öğretmeden önce ahlâklı olmayı öğretelim yoksa Çocuklarımız;
* Namaz kılan bir hırsız,
* Oruç tutan bir sapık,
* Hacca giden bir yalancı,
* Kurban kesen bir tefeci ve
* Şehadet getiren bir terörist olabilir!
Sonuç itibariyle Allah’ı Allah ile aldatmayan, din sömürüsü yapmayan, dinini yaşayan, kula kulluk etmeyen, yalan fetvalar uydurmayan, insanların manevi değerlerini tarumar etmeyen, duygu sömürüsü yapmayan, vs. kim olursa olsun hepisini tenzih ediyoruz ve yapanları da lanetliyoruz.
Gelin aklını kullanan, bilim dalında mucizelere imza atan, ilimle aklını olgunlaştıran, okuyan, araştıran, SORGULAYAN, Hakk ile hakikati sahiplenenlerden olalım. Ilim çerağımızı yakalım, insanların refah, huzur içinde yaşayabilmeleri için aklımızın zekasını kullanalım.
Ilim ile bilim ışığı, klavuzumuz olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Alevilerce orucu tutulmayan Ramazan bayramını kutlamaları, gerçeği yansıtmıyor...
Muaviye ve Yezid’e lanet okuyan, diğer tarfata Muaviye’nin uygulaması-icadı olan Şeker-Ramazan bayramını kutlayanlara çağrımızdır.
Eğer Muaviye ve Yezide lanet getiriyorsanız o zaman, Şeker-Ramazan bayramını kutlamanız doğru değildir. Şayet Şeker-Ramazan bayramı kutluyorsanız o zaman Muaviye ve Yezid’e lanet okumanız doğru değildir. Diğer bir deyimle, hem karşı ve hem de yandaş olmak, hakikatle bağdaşmıyor.
Alevilerin orucunu tutmadığı Ramazanın bayramını kutlamaları, tamamen bir çelişkidir. Çünkü şeker ve daha sonraları Ramazan bayramı diye adlandırılan bu bayramın; Ne islam diniyle, ne Muhammed Ali‘yle, ne Ehli Beyt‘le ve nede Alevilerle hiç bir alakası yoktur. Bu bayram, Muaviye ile oğlu Yezid’in icadı ve uygulamasıdır.
Bu uygulama; Şahı Merdan Ali’nin kiralık katil Abdurrahman Mülcemoğlu ve yardımcıları tarafından, Ramazan ayının 19’cu günü saldırıya uğramış ve Ramazan ayının 21’ci günü ise, Hakk’a yürümüştür. Şahı Merdan Ali’nin Hakk’a kavuştu, haberini alan Muaviye; „Çok şükür, çok şükür Ali’den kurtuldum, Ali’den kurtuldum“ naralar, çığlıklar atarak bir nevi sevince boğulmuştur. Işte Şahı Merdan Ali’nin ölümünden duyduğu olağan üstü bu sevincini halka, üç gün ve üç gece şenlik eşliğinde kutlama emrini verdirmiştir.
Yezid, Kerbela’da katlettirdiği Pir Imam Hüseyin ve Ehli Beyt içinde aynı uygulamayı yapmıştır. Yezid de babası Muaviye gibi Hüseyin‘den kurtuldum naralarını, çığlıklarını atarak şenlik eşliğinde kutlama emrini verdirmiştir.
Bu kutlamalar sokaklarda şeker dağıtılarak, davul-def çaldırarak, rakslar yaptırılarak görkemli bir eğlence yaptırılmıştır. Muaviye’nin, manevi huzur bulduğu ve aynı zaman da kendisinin Emevi kabilesinin tek güçlü hükümdarı olduğunu insanlara döne döne hatırlatılması için, bu eğlenceler tekrarlandırılmıştır. Böylece bu eğlenceler, ulusal bayram havasında kutlanarak ve daha kötüsü Muaviye’nin bu uygulaması islam dini adı altında, günümüz kadar getirilmesi sağlanmıştır.
Sonuç itibariyle Aleviler olarak, orucunu tutmadığımız bir ayın; Ne ibadeti, ne muhabbeti ve nede cemi olur. Alevilerin, kendi aralarında kutlama ve tebrikleşmeleri doğru değildir. Çünkü bu bayram dini bir bayram değildir, Muaviye ve Yezid‘in icadı olan bir bayramdır.
Bilinen ve aklın kabul etmediği bir yanlışı, hatır için yapmak veya hatır için yanlışa boyun eğmek doğru değildir. Çünkü yanlışa boyun eğmek, Pir Imam Hüseyin duruşuyla bağdaşmıyor.
Ne Alevi yol uluları ve nede yol önderleri, Muaviye icadı olan bu bayramı kutlamışlardır...
Dolayısıyla Aleviler de bu bayramı kutlamazlar ve kutlamaları da doğru değildir. Iyi niyetten, hoşgörüden, adet yerini bulsun, hatır için, göstermelik olsun diye veya başka nedenlerden dolayı; Ehli Beyt düşmanı Emevi Arap Muaviye’sinin bayramını kutlamak yanlıştır, yanlışa uymaktır, suç işliyenlerin suçuna göz yummaktır ve kendi kendini asimile etmektir.
Ne yazık ki salavat getirip medet, mürvet diledikleri Hz.Muhammed Mustafa‘nın nesline kast eden Muaviye, Yezid ile diğer Emevi hanedanlarına „Hazret“ ünvanını verdirerek ve onları yüceltikleri gibi yaptıkları ihanetleri ise, bayram adı altında kendilerini kutlamaktadırlar.
Alevilerin Muhammed Ali’ye verdikleri ikrar, tevella ve teberra ikrarıdır. Pir Sultan Abdal deyimiyle; „Dönen dönsün ben dönmezem ikrarımdan, ikrarımdan dönüp yolumdan mahrum mu kalayım“ ilkesidir. Alevilerce bağlı kalması gereken de, bu ilkedir.
Dolayısıyla Emevi hanedanı Muaviye’nin uygulaması olan Şeker-Ramazan bayramı; Aleviler için, Şahı Merdan Ali’nin katledildiği bir metem günüdür. Fakat Emevi Arap hanedanı Muaviye ile yandaşları açısından ise şenliktir, şölendir ve bayramdır.
Aşk ile, Şahı Merdan Ali ve Pir Imam Hüseyin demine Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Kan, kanla yunmaz. Öfkeni yen, nefsine hakim ol...
Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de yanlış tartar.
1971 yılından 2024 yılına kadar Suriye yönetimini elinde tutan Hafız Assad ile Başar Assad’ın yönetimleri döneminde bir şekilde insanlara yapılan haksızlıkları, uyguladıkları şiddet ile zulmü kabul etmediğimiz gibi bugünki yöneticilerin haksızlıklarını, zulmünü ve şiddetini de kabul etmiyoruz. Çünkü kan, kanla yunmaz.
Gençlere sesleniyoruz, birilerinin saltanatı için ölmek ve öldürmek insanlık suçudur,
Insanlık için silahlar sussun, gençler ölmesin ve Analar ağlamasın.
Şiddet, zulüm ile haksızlığın her türlüsü Ebu Sufyan, Muaviye ile Yezid’in kültürü ve onların mirasıdır. Her türlü terör ve şiddeti lanetliyoruz!
Yeter artık barış olsun, insanlar ölmesin. Çünkü dinen insanoğluna dolayısıyla canlıya zulüm etmek, haksızlık etmek, cana kıymak insanlık suçudur. Şiddet, zulüm, haksızlık, vs. islam diniyle hiç bir şekilde bağdaşmaz ve red eder.
Ey insanlar! Hiç düşündünüz mü? Vuran kim, vurulan kim? Bu sorunun cevabını kim verebilir?
Arzumuz insanlar arasında, halk ile halklar arasında barış olsun, dostluklar kurulsun.
Unutulmasın ki her kim silah eline alıyorsa, bir gün o da o silahla vurulup ölecektir. Çünkü silah, ölmek ile öldürmek ve öldürmek ile ölmektir. Sonuçta ölüm vardır. Dolayısıyla ölüme giderler, ölürler ve ölüme gönderilirler yine ölürler.
Şah Haydar Azak’ın buyurduğu gibi;
Barış varken, savaş ne diye?
Sevgi varken, nefret ne diye?
Yaşamak varken, ölüm ne diye?
Kardeşlik varken, düşmalık ne diye?
Gelin el ele verelim, birlik olalım ki,
Dünya da barış ve kardeşlik olsun.
Şahı Merdan Ali’nin devlet yöneticilere tavsiyesi…
* Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.
* Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
* Halka, sevgi ve merhamet besle.
* Hak ile adalet, merhamet ve inançtır; batıl ile inançsızlık, vicdansızlık ve merhametsizliktir.
* Öfkeni Yen, nefsine Sahip Ol
Şahı Merdan Ali
Son sözümüz insanlar arasında, halklar arasında hiç bir ayrım yapmadan Huzur ile Barış içinde yaşamaya evet ve Şidet ile Zulme hayır diyoruz…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Insanlık davası merhametli, vicdanlı ve adaletli gençlere emanettir…
Merhamet, vicdan ve adalet, vahdet birliğinin mayasıdır. Dolayısıyla maya da bozukluk ve ikilik olmamalıdır. Çünkü mayası çürük, bozuk olanlar insanlık davasını değil, menfaat ile çıkar davasını güderler.
Davası insanlık davası olanlar, vahdet birliğinin mayasının korunması ve geleceğe taşınmasını kendilerine bir asıl görev kabul etmelidirler. Bunun için de yarına bırakmadan ilim irfan mekteplerinin inşası için kolları sıvamak gerekir.
Insanlık davasının önemini, Aşık Veysel Şatıroğlu şöyle dile getirmiştir…
Veysel sapma sağa sola,
Sen Allah'tan birlik dile.
İkilikten gelir bela,
Dâva insanlık dâvasıdır.
Insanlık davası için renk, din, dil, ırk inanç, görüş fark etmeksizin bütün çocuklar ve gençler, insanlık alemi için değerlidirler. Bunun için de aileden başlayarak ilim irfan mekteplerine kadar çocukların ve gençlerin, iyi yetişmeleri gerekir.
Eğer insanlık aleminin ortak değerlerinin korunmasını ve yaşamasını istiyorsak bunu yapmak zorundayız. Bunun içinde ilim, irfan ve bilim eğitimi şarttır.
Günümüzde temiz yürekli, iyi niyetli gençlerimizin ve çocuklarımızın, hedeflerine ulaşmasında malesef ya engelleniyor ya katlediliyor ya da bir şekilde karanlığa sürükleniyorlar. Buda, insanlık davası için büyük bir acıdır.
Geleceğin umudu olan masum çocuk ile gençler her türlü baskı, zulüm ve karanlık düşüncelerden korunup ilim, irfan mekteplerinde merhametli, adaletli, şefkatli, iman ile vicdan değerlerine sahip ikrarlı yetişmeleri sağlanmalıdır.
Neden ikrar? Çünkü ikrar, sorumluluk ve sahiplenmenin sözüdür, yeminidir. Sözünde durmak, sahip olduğu davanın bilincine dayanarak ortaya koymuş olduğu duruştur. Bu duruş, ilim irfanla olgunlaşmış, erdemleşmiş, kemalete ermiş bir aklın duruşudur.
Insanlık davası için gençler medeniyetli, irfanlı, kültürlü, merhametli, vicdanlı ve adaletli birer yönetici olmalıdırlar. Bu duruş, gelecek yüzyılların gençliğinin sorumluluğu ve görevi olmalıdır.
Sonuç itibariyle mesele insanlık davasıdır. Çünkü insanlık davası, beslenme ve barınmadan daha öteye bir davadır.
Beslenme ve barınma, middeyi doyurmak ve yatacak bir yere sahip olmaktır. Insanlık davası ise, aklın üstünlüğüne dayalı onurlu bir yaşam adına tüm manevi değerleri sahiplenmenin adıdır.
Çağımız gereği gençlerin hedefi, sadece middeyi doyurmak veya yatacak bir mekana sahip olmaktan öteye kendi sorumluluğunun bilincinde olup sorumluluğunu yerine getirmek olmalıdır.
Bu bilinç ve sorumluluk ekseninde yetişmiş gençler, insanlığın tüm değerlerini sahiplenerek insanları dolayısıyla da insanlığı kucaklamış olacaklardır. Bu kucaklama, medeni çağ gençliğinin merhametli, vicdanlı ve adeletli kuçaklama duruşudur.
Güzel bir gelecek, mavi bir dünya ve Rıza şehrine,
Aşk ile, ilim ışığı rehberimiz olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Dünya emekçi kadınların, 8 Mart direniş günü kutlu olsun…
Kadın iyi bir evlat, iyi bir eş ve iyi bir annedir. Işte bu kadın, insanoğlunun annesidir.
Fedakar, cefakar, emektar, yaşamın direği, Dünya‘yı elinin üstünde tutan, cana can katan, sevgi ile umut kapısı olan, gecesini güdüzüne katan ve isterim ki tüm bu değeri hak eden kadınların kıymeti sadece 8 Mart'ta hatta hergün değil her saniye bilinsin.
Dolayısıyla her gün, emekçi kadınların günüdür. Çünkü kadın, doğduğu günden beri bir emekçidir.
Kadın bir emek, emek bir kadındır. Kadını bir gün değil her gün hatırlamak, her gün saygı göstermek, her gün sevmek ve değer vermek gerekir. Işte o kadın, insanoğlunun annesidir.
Bilene aşk olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Alevi inancında ikrar...
Alevi inancında ikrar vermeyen bir kişi, Alevi değildir. Çünkü Muhammed Ali yolu, ikrar üzerine kurulmuştur.
Ikrar, sözlük anlamı; Söz vermek, yemin etmek, biat etmektir.
Alevilikte, verilen ikrar Allah’ın birliğine, Hz.Muhammed Mustafa’nın peygamberliğine, Şahı Merdan Ali’nin Veliahtlığına itaat etmek, Ehli Beyt’e muhabbet duymak, Mürşid, Pir ve Rehber buyruğuna riayet etme sözüdür. Verilen ikrar, bilerek ve gönülden olmalıdır.
Ikrar erkanı, insanın yaradılışının öncesine dayanır. Allah ruhları yaratırken, Ruhlar Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik ederek ikrar vermişlerdir. O’nun illahi kuvvetine inanıp bağlılıklarını dile getirmişlerdir.
Ilk ikrar Allah ile melek Cebrail arasında gerçekleşmiştir. Allah melek Cebraili yaratırken kendisine sorar “sen kimsin ben kimim?” ve melek Cebrail, “sen yaradansın ben ise yaradılan” demiştir. Işte ikrar vermenin temeli de burda atılmıştır.
Alevi erkanında ikrar vermedeki amaç, Kal-u Bela’dan beri verilen ikrarı hatırlatmak ve insanlığın ilk ikrarına göndermedir. Dolayısıyla yola girmek isteyen yani talip olmak isteyen bir canın bilerek ve gönülden Cem erkanında Pirin huzurunda ve toplumun şahitliğinde ikrar verip, yolun kurallarını, ilkelerini yerine getirmekle mükelleftir. Burdaki amaç iyi insan, faydalı insan, uyumlu insan olmaktır.
Ikrar verip yola girmek isteyen can, Pir huzurunda ikrar vermeden önce başta eşiyle daha sonra diğer aile fertleriyle gönül birliğine gitmeli ve rızalıkları alınmalıdır. Bu gönül birliğinden sonra Hakk Meydanı’nda Pir huzurunda ve toplumun şahitliğinde ikrar verebilir.
Ikrar sözü…
Bismişah, Allah Allah!
Allah bir, ya Muhammed ya Ali, ya On Iki Imamlar!
Insani Kamil yoluna talibim, Elime Dilime Belime sahibim.
Rıza şehrine girmektir dileğim.
Hakk meydanında, canlar şahidim olsun.
Allah eyvallah, nefes pirdedir.
Diyerek ikrar aktını beyan etmiş olur. Ikrarını, beyan ettiği andan itibaren yol talibidir. Talip, Hakk’a ulaşmayı talep edendir.
Pir huzurunda uzun süren bir deneme ve törenden sonra, kendisine tevbe telkin edilerek Alevi yolunun Dört Kapı Kırk Makamla ilgili bilgiler verilir. Ikrarına, Eline Diline Beline sahip olacağına söz vererek Alevi yol evladı olur.
Dolayısıyla Eline Diline Beline sahip olma ilkesi, Alevi ikrar inancının temelini oluşturur ve aynı zamanda Alevilerin, uyması gereken en temel etik ile ahlaksal kuraldır.
Ikrar verme erkanı tamamlandıktan sonra Pir, ikrar vermiş olan cana öğüt ve nasihatta bulunur.
Pir, talibe söylediğin bizim sakladığın senindir. Eline Diline Beline, aşına ve eşine sahip ol, kendine reva görmediğini başkasına uygulama, kendini bilip, Hakk Muhammed Ali’ye, Ehli Ebeyt’e, On Iki Imamlara, 72 millete, canlı varlıklara-Doğaya karşı sevgi ve saygıda kusur etmeyeceksin.
Dört Kapı Kırk Makam kamili insan öğretisi üzerine Enel Hakk yani Allah ile bütünleşme, bir olmaya çalışacaksın. Yolunu, Mürşüdini, Pirini, Rehberini bir bil. Yalan söyleme, haram yeme, giybet etme, arkada dedi kodu yapma. Kötlük ve kötüden yana olma. Eline diline sahip ol, kin ile kibir tutma. Gördüğünü ört görmediğini söyleme, elinle koymadığını alma. Elinin ermediği yere el uzatma ve sözünün geçmediği yere söz söyleme. Ibretle bakıp yumuşaklık ile söyle. Küçüğüne izzet, büyüğüne hürmet ve hizmet eyle. Erenlerin sırlarına eriş. Hakk’ın her yerde ve kendi özünde hazır bil. Bu yolda özünü böylece temiz, ak ve pak tut.
Pir öğüt nasihat ettikten sonra, duasını ederek ikrar erkanını tamamlar…
Bismişah, Allah Allah!
Allah’a, Hz.Muhammed Mustafa’ya, Ali‘yyül Murteza’ya,
Hadice-tül Kübra, Seyyide Fatma-tüz Zehra, Hasan-ül Mücteba,
Hüseyin’i deşti Kerbela hakkı ıçin, ikrarlar daim, muradlar hasıl ola,
Hakk Muhammed Ali yar yardımcınız, gözcünüz, bekçiniz ola.
Canab-ı Hakk verdiğin ikrardan döndürmeye, mahşerde utandırmaya, ahrette ateşe yandırmaya. Allah Allah. Aşk ile, gerçeğin demine Huu..
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Aleviler, Ramazan Ayı’nın 21, 22 ve 23’cünde neden matem tutarlar?
Şahı Merdan Ali, sabah evden çıkarken içinden ailesinden ayrılacağının hüznü, Hakk’a kavuşacağının mutluluğuyla, düşünceli bir haldeymiş.
Imam Hasan ve Imam Hüseyin’e hediye edilen kazlar Şahı Merdan Ali’nin, elbisesinin eteklerine gagalarıyla tutunarak her günden daha farklı olarak ötüyorlarmış.
Imam Hasan ve Imam Hüseyin kazların bu haline şaşıp engel olmak isterlerken, Şahı Merdan Ali bırakın onları, „onlar benim arkamdan ağlayanlardır“ der ve karışmamalarını istemiştir.
Velhasıl Şahı Merdan Ali, başına gelecek olanlara hazırlanarak yola koyulur. Ancak evinin yakınında, yola pusu kurulmuştur. Şahı Merdan Ali’nin geçtiği yoldan Şebib ve Verdan kılıç çekmeye kalkışsalar da Mülcemoğlu arkadan gelerek “Ya Ali! Hüküm ancak Allah’ındır” diye bağırarak Şahı Merdan Ali’nin mübarek başına bir kılıç darbesi indirmiştir. Rivayete göre kılıç, Hendek savaşında Amr’ın yaraladığı yere gelmiş Imamesi yarılmış kılıç, mübarek başına saplanmıştır. Suikastçılar kaçmaya başlamışlar, kaçarken de bağırarak: “Emir’ül-mümin’in öldürüldü!...” diye çığlık atmışlardır.
Şahı Merdan Ali, yaralı halde eve götürülmüştür. Yaranın şiddetinden evdekilerin kimi kendinden geçerken, kimi de kendine metanetli davranmışlardır. Şahı Merdan Ali, bir ara mübarek gözlerini açmış başucundakilere bakarak şöyle buyurmuştur; “En güzel, en yüce arkadaşa, en hayırlı konağa, en güzel huzur ve istirahat yerine gidiyorum” buyurmuştur.
Sonra Mülcemoğlu’nu, elleri bağlı olarak Şahı Merdan Ali’nin huzuruna getirmişler.
Şahı Merdan Ali ve Mülcemoğlu arasında şöyle bir konuşma geçmiştir…
Şahı Merdan Ali; Ey Allah’ın düşmanı, ben sana iyilik etmedim mi?
Mülcemoğlu; Evet, iyilik ettin.
Şahı Merdan Ali; Peki, bu yaptığın ne?
Mülcemoğlu; Üç gün kılıcımı zehirle biledim Allah’tan, onunla halkın en kötüsünü öldürmemi diledim demiş.
Şahı Merdan Ali, sende onunla öldürüleceksin. Halkın en kötüsü, görüyorsun ki sensin buyurmuş ve yanındakilere şöyle buyurmuştur; “Bunu götürün hapsedin fakat eziyet etmeyin, aç bırakmayın; Siz ne yiyor, içiyorsanız ona da onu verin. Ben sağ kalırsam ne yapacağımı bilirim ölürsem o bana bir kılıç vurdu siz de onu, bir vuruşta öldürün” telkininde bulunmuştur.
Şahı Merdan Ali, Hakk’a kavuştuğu gece kendisine bir bardak süt sunmuşlar. Yarısını içtikten sonra bardağı geri vermiş; “Bunu o esirinize götürün, onu sakın aç bırakmayın“ buyurmuştur.
Sütü, Mülcemoğlu’na götürdüklerinde “zehirlidir” diye içmemiştir. Bu olayda adaletle-zulüm, imanla-imansızlık, yücelikle-alçaklık, faziletle-hıyanet bir bardak sütle insanlık tarihine geçmiştir.
Şahı Merdan Ali Emir’ül-mümin’in, Ramazan ayının 21’ci gecesine kadar yaşamış ve bu fani dünyadan göçmeden önce, oğlu Imam Hasan ile Imam Hüseyin’i yanına çağırtıp onlara vasiyyetini yazdırmıştır ve imamlık emanetlerini Imam Hasan’a teslim etmiştir.
Şahı Merdan Ali, Hicret’in 40’cı yılı Ramazan ayının 21’ci (M: 28.01.661) gecesi, Hakk’a yürüdüğünde 63 yaşındaymış. Sembolik türbesi Necef şehri-Irak’tadır.
Dolayısıyla Aleviler açısından Ramazan Ayı’nın 19, 20 ve 21’de Şahı Merdan Ali’nin niyetine, yapılan matemdir, tutulan matem orucudur. Bu üç günlük matem veya matem orucunun, 30 günlük Ramazan orucuyla hiç bir alakası yoktur.
Alevilerin 48 Perşembe orucu vardır. Dolayısıyla Ramazan ayında dört Perşembe söz konusudur. Sormak gerekir isteyen canlarımız, Ramazan Ayı’dır diye bu Perşembe günlerinde oruç tutmasınlar mı, Cem ibadetlerini yerine getirmesinler mi? tabii ki yerine getireceklerdir. Çünkü birinin bir diğeriyle hiç bir alakası yoktur.
Aleviler, kendi oruç ve ibadet günlerini biliyorlar. Dolayısıyla Aleviler kendilerinden emin, bilinç şuuru içinde oruç ve ibadet erkanlarını yerine getirmelidirler.
Aşk ile, Şahı Merdan Ali demine Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Aleviler, Ramazan ayı ve orucu…
-Genel bilgi-
1- Ramazan ayının kutsallığı,
2- Kadir gecesi ve kutsallığı,
3- Şahı Merdan Ali’nin Ibn Mülcemin saldırısına uğraması,
4- Matem/yas ve Șükür manaları,
5- Oruç nedir ve orucun amacı,
6- Ramazan orucu, kefaret orucudur ve
7- Kefaret orucu nedir?
1- Ramazan ayının kutsallığı...
1. Sebep: Hz.Muhammed Mustafa’ya Pergamberliğin müjdelenmesi ve Alak suresinin ilk 5 ayeti 610 yılında, Ramazan’ın 27’ci gecesi Hz.Muhammed Mustafa’ya intikal edip, inmiş olmasıdır.
Hz.Muhammed Mustafa...
Doğum yeri ve tarihi: Mekke, M: 20 Nisan 570
Şehadet yeri ve tarihi: Medine, M: 08 Haziran 632
Hz.Muhammed Mustafa’ya peygamberlik müjdelenince, tahminler 40 yaşında olduğunu söylemektedir. Arap teorilerine göre, bir insan 40 yaşından sonra beden ve beyin olgunluğuna ulaşır.
2. Sebep ise: Şahı Merdan Ali miladi 661 yılı Ramazan ayının 19’cu günü kiralık katil Ibni Mülcem tarafından zehirli bir kılıçla evinden uzaklaştıktan sonra arkadan saldırıya uğramış, başından aldığı darbe neticesinde üç gün sonra yani Ramazan ayının 21’ci gecesi Hakk’a yürümüş olmasıdır.
Kadir gecesini kutsal kılan, Kur’an-dır yani Allah’ın kelamıdır, gecenin kendi kutsallığından değildir.
Kadir gecesinde inen Hakk kelamı, Hz.Muhammed’e inmiştir. Bu gece herkesin değil, yanlızca Hz.Muhammed’in kadir gecesidir. Çünkü Kadir demek hikmet, kudret demektir. Bu ilahi kudret, bu ilahi aydınlanma herkese mahsus bir durum değildir, sadece Hz.Muhammed’e mahsus bir durumdur. Bu ilahi aydınlanma, ilahi hikmet sadece Hz.Muhammed’e bağışlanmıştır. Dolayısıyla herkes kendi Kadir gecesini aramalı ve bulmalıdır.
3- Şahı Merdan Ali’nin Ibn Mülcemin saldırısına uğraması...
Olayın gerçek yüzü şudur...
Hakem olayından sonra, sözde Mülcemoğlu, Haccac ve Temim boyundan Amr; “Halkın kurtulması için Şahı Merdan Ali’nin, Muaviye’nin ve Asoğlu Amr’ın ortadan kaldırılması” gerekli olduğu kanaatine varmışlardır. Bu işi yapacak kişilerin üçü de haricilerden olmasıdır.
Sözüm ona müslümanlık alemine barış getirmek, müslümanlar arasındaki çekişmelere son vermek için, Hz.Muhammed’in “Allah’ın arslanı” dediği Şahı Merdan Ali’yi öldürmeye karar vermişlerdir. Bu üçlü infazın içinde sadece Şahı Merdan Ali’nin infazı gerçekleştirilmiştir. Muaviye ve Amr’ın hayatta kaldıkları gibi aynı zamanda Muaviye halifeliğe laik görülmüştür.
Ibn-i Mülcem Kufe’ye gelip, mezhepdaşlarıyla buluşur fakat yapacağı işi kimseye açmamıştır. Mülcemoğlu bir gün mezhepdaşlarından birinin evinde pek güzel bir kadın görür, adeta kendisine vurulur. Kadına evlenme teklifinde bulunur. Kuttame adlı kadın, Mülcem Oğlu’na; “Benim mehrim pek ağırdır 3000 dirhem vermedikçe, bir köle ve halayık satın alıp bağışlamadıkça ve Ali’yi öldürmedikçe sana varmam” şartını koşmuştur.
Ve yapılan parzarlık sonucu, bir karar verilmiştir. Abdurrahman Mülcemoğlu, Nehrevan savaşında babasını, kardeşini, akrabalarını kaybeden ve Ehli Beyt’e iyi bir düşman, kinle, intikamla dolu olan Kuttame’ye gönül verecek, sırımsıplak aşık olacak ve kendisinden Şahı Merdan Ali’nin öldürülmesi istenecekti. Böylelece Şahı Merdan Ali’yi katledecek katil de, bulunmuş olacaktır.
Mülcemoğlu, daha önce Şahı Merdan Ali’ye biat etmek istemiş fakat Şahı Merdan Ali onu iki kere reddetmiştir. Şahı Merdan Ali, üçüncüsünde mübarek elleriyle başına ve sakalına işaret ederek; “Buradan akacak kanla şunu boyayacak kişiyle ne işim var benim” demiş ve ona şöyle seslenmiştir: “Ölüm gelip çatınca kuşan kemerini sen; Seninle buluşunca telaşa düşme, dayan. Ölüm, mahallene kondu mu, acıklanma, sızlanma dayan” demiştir.
Çünkü Şahı Merdan Ali, Mülcemoğlu’na çok kere yardımı dokunmasına rağmen onun kişilik yönünde zayıf, dönek, güvensiz bir kişiliğe sahip ve sadık biri değilmiş.
Kuttame’nin teklifine gelince, Mülcemoğlu ağzında geveleyip ve “ilk iki şartı kabul ederim” demiş fakat Ali’yi öldürmek elimden gelmez benim“ demeyi de itiraf etmiştir.
Kuttame; Babası ve kardeşi, Nehrevan savaşında öldürülen haricilerdendir. “İmkanı yok” demiştir. “Ali öldürülmedikçe yüreğim soğumaz benim. Ben, sana yardımcı bulurum” demişt. Daha sonra Mülcemoğlu’na, Şebib ve Verdan’ı tanıştırıp, bunlar da sana yardım edecekler.
Hicri 40 yılı, Ramazan’ın 19’cu günü sabahı seçilmiştir. Mülcemoğlu, üç gün kılıcını zehirle bilemiştir.
Velhasıl Șahı Merdan Ali, Ölüme hazırlanarak yola koyulur. Evinin yakınında yola pusu kurulmuştur. Şahı Merdan Ali’nin geçtiği yoldan Şebib ve Verdan kılıç çekmeye kalkışsalar da Mülcemoğlu arkadan gelerek “Ya Ali! Hüküm ancak Allah’ındır” diye bağırarak Şahı Merdan Ali’nin mübarek başına bir kılıç vurmuştur. Kılıç, Hendek savaşında Amr’ın yaraladığı yere gelmiştir; Imame yarılmış kılıç, mübarek başına saplanmıştır. Suikastçılar kaçmaya başlamışlar, kaçarken de bağırarak: “Emir-ül Mümin’in şehit edildi!...” diye çığlık atmışlardır.
Şahı Merdan Ali, yaralı halde eve götürülmüştür. Yaranın şiddetinden evdekilerin kimi kendinden geçerken, kimi de kendine gelmiştir. Şahı Merdan Ali bir ara mübarek gözlerini açmış başucundakilere bakarak şöyle buyurmuştur; “En güzel, en yüce arkadaşa, en hayırlı konağa, en güzel huzur ve istirahat yerine gidiyorum”demiştir.
Şahı Merdan Ali, Hicret’in 40’cı yılı Ramazan ayının 21’ci (Miladi: 28.01.661) gecesi, Hakk’a yürümüştür. Sembolik türbesi ise, Necef şehri-Irak’tadır.
4- Matem/yas ve Șükür manaları...
Matem/yas manaları...
Arapça olan Matem kelimesinin Türkçe karșılığı, yas anlamına gelmektedir. Dolayısıyla matem ile yas aynı manadadır.
Aynı zamanda farklı türemiș sözcükler, yer almaktadır. Bunların içerisinde ilk olarak matem ayı, Ay takvimine göre Muharrem ayı olarak karșımıza çımaktadır.
Fakat bu durum Alevilerde matem denilince, Muharrem ayı içerisinde Kerbelada Pir Imam Hüseyin’in ve Ehli Beyt’inin Emevi hanedanı Yezid’in emriyle katledilen Kerbala katliamı akla gelir ve öyle de kabul görmüștür.
Șahı Merdan Ali ile Fatma Ana’ya ve onların evlatlarına bağlılıklarını, ağıt veya Duazdeh veya deyișlerle hüzünlerini, tepkilerini dile getirirler.
Șükür manası...
Allah’ın verdiği nimetler için, kendisine karșı duyulan minneti dile getirmektir. Diğer bir manada ise Cümle nimeti Allah’tan bilip minnettar olmak, razı gelmek ve isyanda bulunmamaktır.
Çünkü șükür nimeti artırır, nimmet vereni hatırlamaktır yani nimmetten önce nimeti vereni hatırlamak ve zikretmektir. Bunun içinde Șükür; Nimetlerin Cenab-ı Hakk’tan geldiğini bilip, dil ile hamd etmektir.
5- Oruç nedir ve amacı...
Orucun zahiri ve batıni boyutuna baktığımızda, zahiri boyutu yani madde aleminde; Nefsini tığlamak ve sahip olmaktır. Allah’ın verdiği nimmetlerine şükretmek. Yoksul, yetim, çaresiz ve sağlığı kendisini geçindirmeye yetmeyen insanlarımızın çaresizliklerini, sıkıntılarını ve umutsuzluklarını hissedip, merhamet duygularının gelişmesi, vicdan mahkemesinin harekete geçmesiyle, çaresiz insanlara yardım elini uzatmak ve paylaşmaktır.
Batıni boyutu ise; Gerçek müminlerin orucu, bir ömür boyu devam eder. Ve gece gündüz bütün azalarını kötü duygulardan sakınmak-korumak zorundadır; Kötülük etmemek, zulümkar olmamak, kimseye fenalık düşünmemek, duygularını kötüye kullanmamak, her daim için paylaşıcı olmak, yardım elini uzatmaktır. Dolayısıyla asıl oruçla amaçlanan da budur.
6- Ramazan orucu, gerçek manada kefaret orucudur...
Ehli Sünnet Vel Cemaat ve Şii/Caferiler; Kur'an-da bakara Suresi 183-184-185 inci ayetlerle Alevileri, töhmet altında bırakmaya çalışmaktadırlar lakin çabaları nafiledir. Şimdi de bu ayetlerle verilmek istenen mesaj, nedir? Ona bakalım.
1- Ayet 183 ile anlatılmak istenen; Ademoğlunun kötülüklerden, yanlışlıklardan, şüpheli hallerden kendini korunması, nefsine sahip çıkmasıdır. Allah’a karşı kulluk vazifesini ve topluma karşı da ahlaki, sosyal sorumluluklarını yerine getirmesidir.
2- Ayet 184 ile anlatılmak istenen; Bazı sebeplerden (Hastalık, yaşlılık, yolculuk,vs.) dolayı oruç tutamıyorsanız bunun karşılığında ihtiyaç sahibi olanların ihtiyacını karşılamak, yiyecek almak, aç insanların karnını doyurmak gibi fedakarlık ve yardımında bulunmak aynı manadadır çünkü önemli olan niyettir.
3- Ve Ayet 185 ile anlatılmak istenen ise; Insan aleminin Allah’a, manevi huzura erdirici, şeksiz deliller, ispatlar, hakikati ve yanlışı birbirinden ayıran Allah’ın kelamı, ilmi, kanun nizamı olan Kur’an-ı Kerim, 610 yılında, Ramazan ayının 27‘ci gecesi inmiş ve insanoğlu müjdelenmiştir.
Dolayısıyla insanları hidayete, huzura erdiren Allah‘ın manevi adaletine karşılık; Allah’ın yüceltilmesi, anılması, hatırlanması için oruç tutmak, dua etmek, muhabbet etmek, yardım elini uzatmak, olanların olmayanla nimetini paylaşılması istenilmektedir ve Canab-ı Hakk, bunları yaparken de kendinize eziyet etmeyin diyor.
Lakin 30 gün oruç sayısı veya zaman limiti söz konusu değildir. Üç veya beş vakit namazda da olduğu gibi 30 günlük orucun da Allah’ın hükmü değildir, Ehli Sünnet Vel Cemaat ulemalarının uygulamasıdır. Dolayısıyla 30 günlük oruç, Allah’ın hükmü değildir Emevi hanedanlarının uygulamasıdır.
Diğer bir gerçek ise Bakara Suresi, Hz.Muhammed Mustafa’nın hicretinden sonra Medine de inmiştir. Hz.Muhammed Mustafa, 63 yaş yaşamıştır. Verilere göre Hz.Muhammed Mustafa, Medine’ye 55 yaşında hicret etmiştir. Şimdi soruyoruz; Bundan önce Hz.Muhammed Mustafa, hangi orucu tutuyordu?
Neden Ramazan’ı tutmuyorsunuz, sahura kalkmıyorsunuz? Insanları oruca zorlayanlara Hakk aşığı Kul nesimi, şu cevabı vermiştir:
„Biz bir oruç tutarız,
Ramazana benzemez“ buyurmuştur.
Ozan Ibreti’nin cevabı ise, şöyledir;
Ilme değer verdim, uykudan kalktım,
Sarık seccadeyi elden bıraktım,
Vaazın her günkü vaazından bıktım,
Ramazanı sele verdim de geldim, diyor.
Hicri aylar: Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır. Hicri takvimi, her yıl 11 gün önce gelerek yılın her mevsimine uğramaktadır. Hicri takvimin on iki ayından dördü kutsal sayılır ve bu dört ayda savaşmak yasaklanmıştır. Bunun sebebi ise, Islam öncesi dönemde Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazmıș. Yalnız haram aylarda savaş yapılmazmıș. Bu dört haram aylar: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb aylarıdır.
1 yılı 354 ya da 355 gün olan ve 12 Kameri aydan oluşan, Hz.Muhammed Mustafa‘nın Mekke‘den Medine‘ye hicretini başlangıç yılı (1. yıl) kabul eden ve Ay‘ın Dünya çevresinde dolanımını esas alan bir Tkavim sistemidir. Hicretin, Muharrem Ayı yani takvimin başlangıç günü ya da ayıyla bir ilgisi yoktur.
Tarihçesi...
Hicri takvim, Ömer‘in halifeliği zamanında Hicretten 17 sene sonra, Miladi 639'da, toplanan bir meclis tarafından rivayete göre Șahı Merdan Ali‘nin önerisiyle, Hicretin gerçekleştiği yıl, 1. Yılı kabul edilerek oluşturulmuştur. Bu uygulamadan önce yıllar, rakamla değil o yıl gerçekleşen önemli olayların isimleriyle anılmakta idi. Örneğin: Fil senesi, Fil senesinden iki sonraki sene, sel senesi gibi.
Haram aylar ve üç aylar çoğu zaman bir tutulmuștur ancak bunlar farklı anlamlar tașıyan aylardır.
Üç aylar…
Üç aylar veya Mübarek üç aylar, Hicri takvim‘de mukaddes olan Recep, Șaban ve Ramazan aylarıdır. Faziletli sayıldığı için ibadetler artırılır, günahlardan en azından saygıdan dolayı sakınılır ve Ramazan ayına hazırlık yapılır. Hadise göre Recep Allah‘ın ayıdır, Şaban Peygamber Muhammed‘in ayıdır, Ramazan da ümmeti'nin ayıdır. Ayrıca, Recep Regaib Kandili ve Miraç kandili, Şaban Beraat Kandili ve Ramazan Kadir gecesini barındırır.
Kur’an-da haram aylardan bahsi geçen Ayetler…
Tevbe Suresi,9/36. Ayet…
Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram (ay)lardır. İşte doğru din budur. O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin.
Bakara Suresi, 2/27. Ayet…
Ey Muhammed! Sana (kutsal) ayı ve o aydaki savaşı sorarlar; de ki, 'O ayda savaşmak büyük suçtur.
Tevbe Suresi, 9/37. Ayet…
Haram ayları ertelemek, ancak inkarda daha da ileri gitmektir ki bununla inkar edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip, böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılmak için Haram ayı bir yıl helal, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah inkarcı toplumu doğru yola iletmez.
7- Kefaret orucu nedir?
Kefaret sözlük anlamı; Işlenmiş olan bir suçu veya günahı, Tanrı’ya bağışlatmak umuduyla tutulan oruç ya da verilen sadaka anlamına gelir.
Orucun kefaretini iki kameri ay ya da 60 gün ara vermeden oruç tutmak olarak açıklamışlardır. Ayrıca buna gücü yetmeyenlerin 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurması gerektiğini bildirmişleridir. Bütün bunlarla birlikte tövbe edilmesi ve bozulan orucun da kazasının yapılması gerektiğini de vurgulamışlardır. Niyet manasında ise "Niyet ettim Allah rızası için kefaret orucumu tutmaya" şeklinde olacağı yönünde açıklamalar vardır.
Rivayetlerden çıkan genel yorum…
Katil olanlar, 90 gün tutar,
Yardımcı olanlar yani suç ortakları, 60 gün ve
Göz yuman, görmemezlikten gelenler ise, 30 gün oruç tutarlar.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Maddi ile manevi hizmet arasındaki fark nedir?
Insanın hayatında yer alan çeşitli kavram ve olgular, maddi ve manevi olarak ikiye ayrılırlar.
Maddiyat diğer ismiyle materyalizm, madde ile elde edilen veya edilebilecek mal ile mülk, para ile pul, harcama ile kazanç, vs. diğer bir deyimle gözle görülebilen, elle tutulabilen tüm somut varlıkları tanımlamaktadır.
Örneklersek ev, apartman, tarla, bağ bahçe, araba, giyim kuşam, vs.
Maneviyat ise duyularla sezılebilen, ruhani, zihinsel, ahlaksal, vs. Yani içgüdüye dayalı gözle görülmeyen, elle tutulamıyan tüm soyut kavramları tanımlamaktadır.
Örneklersek morel, huzur, sakinleştirmek, umutlandırmak, cesaretlendirmek, vs.
Dolayısıyla maddiyat odaklı sosyal hizmetler para pul, mal mülk ile alakalıdır.
Maneviyat odaklı sosyal hizmetler ise sadece dini konuları değil sosyal eğitim, karşılıksız yardımlaşma, dayanışma, sahip çıkma, gibi insani değerleri kapsamaktadır.
Yani halk deyimiyle kimisi duasıyla kimisi parasıyla.
O zaman maddiyat insanın malvarlığındaki kayıpları, eksiklikleri ve maneviyat ise, insanların iç dünyasında yaşadığı manevi hasarları telefi eder diyebiliriz.
Sosyal hizmetlerin, maddi ve manevi boyutu.
Siyaset, bedensel ve zihinsel çalışmalar, taşımacılık, gibi durumlar maddiyata dayalı olarak yapılan hizmetlerdir.
Refakatçılık, ruhsal-zihinsel-duygusal gibi arzu ve istekle yapılan hizmetler ise, manevi hizmetlerdir.
Sonuç itibariyle maneviyat insanların iç dünyasını keşfetmesine, kendini bulmasına, içsel değerlerinin farkına varmasına yani yaşamın anlamına, amacına ulaşmasına ve huzur bulmasına yardımcı olur.
Aşk iler, ilim ışığı rehberimiz olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=