ANASAYFA
Gadiri Hum ve önemi…
Gadir-i Hum, Velayet bayramınız mübarek olsun...
Alevilikte, Gadir-i Hum hadisesi...
Gadir-i Hum, 18 Zilhicce 10 Hicri / 632 Miladi tarihinde, Hz. Muhammed Mustafa'nın Veda Haccı dönüşünde Gadir-i Hum denilen bölgede (günümüzde Suudi Arabistan'da, Mekke ile Medine arasında bir yer) yaptığı konuşmadır.
Hz.Muhammed Mustafa, yüzlerce yakın arkadaşlarıyla birlikte ilerlerken burada durdurur ve şu sözleri söylediği rivayet edilir: „Canab-ı Hakk benim mevlamdır, ben de müminlerin mevlasıyım. Ben onlara kendilerinden daha mevlayım. Öyleyse ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır“ buyurmuştur.
Daha sonra „Allah’ım! O’nunla dost olana dost, O’na düşman olana düşman ol. O’nu seveni sev, O’na buğzedene buğzet. O’na yardım edene yardım et, O’ndan yardımını esirgeyenden yardımını esirge. O nereye dönerse Hakk’ı O’nunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler. „
Hz.Muhammed Mustafa’nın huzurunda toplanan Halk, henüz dağılmadan Canab-ı Hakk tarafından; „Bu gün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak islamı size beğendim“ Maide Suresi, 3. Ayet inmiştir.
Bunun üzerine Hz.Muhammed Mustafa, „Allah uludur! Din kemale erdi, nimet tamamlandı. Allah, benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı oldu“ buyurmuştur.
Gadir-i Hum’un önemi…
Dolayısıyla Gadir-i Hum sadece Şahı Merdan Ali’ye değil, O’nun Ehli Beyt’ine de sadakatle, sevgiyle, muhabbetle, gönülden ve itikatle bağlılığı sembolize eder.
Tarihsel süreçte, özellikle Kerbela’da Pir Imam Hüseyin ve beraberindekilerin uğradığı zulüm ve katliam, Ehlibeyt Şiası için yalnızca bir acı değil, aynı zamanda onları sahiplenmenin, onlara bağlı kalmanın bir vicdan ve ahlak borcu olduğunun simgesi haline gelmiştir.
Şahı Merdan Ali’nin sadece bir Vekil değil ilahi bir bilge, bir Mürşid, bir Pir ve bir Rehber olduğunu kanıtlayan bir tarihi gündür.
Islam’ın özünün Şahı Merdan Ali’ye teslim edilip ona sorumluluk yüklendiği bu gün, Alevi inancında Veliahtlık ve Imamet makamının ilahi kökenini teyit eden önemli bir tarihi hadisedir. Şahı Merdan Ali’nin sadece tarihi bir vekil olarak değil, aynı zamanda manevi ile ruhani önder ve rehber olarak kabul edilmesi, bu olayın kutsal niteliğini pekiştirmektedir.
Bundan dolayıdır ki Aleviler açısından Gadir-i Hum hem inançsal, hem ahlaki ve hem de yaşam felsefesi olarak bir dönüm noktasıdır.
Sonuç itibariyle Hz. Muhammed Mustafa, Gadir-i Hum’da yaptığı konuşmada, Şahı Merdan Ali’nin kendisinden sonra ümmete önderlik edecek Veliaht olduğunu açıkça beyan etmiştir. Bu bildirimin ardından, “Bu sözleri burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın” diyerek, bu ilahi görevlendirmenin tüm ümmete aktarılması gerektiğini vurgulamıştır.
Gadir-i Hum’da Şahı Merdan Ali’yi “Her mümin erkek ve kadının mevlası sensin” diyerek tebrik edenlerin bir kısmı, ne yazık ki bu beyanlarına sadık kalmamış; Hz. Muhammed Mustafa’ya verdikleri bağlılık ahdini zamanla terk etmişlerdir.
Nihayetinde Emevi zihniyeti, her ne kadar Gadir-i Hum’daki beyat ve bağlılık sözlerini diliyle kabul etmiş gibi görünse de, bu bağlılığı kalben içselleştirmemiştir. Hz.Muhammed Mustafa’nın Hakk’a yürümesinden sonra ise bu içten reddedişlerini açıkça ortaya koymuşlardır. Bu tarihsel kırılma, Alevi inancında adaletin ve hakikatin mahşer gününe tehir edildiği inancıyla karşılık bulmuştur.
Bu ikiyüzlülüğün temelinde, Arap kabile reislerinin politik çıkar kaygısı yatmaktaydı. Gadir-i Hum’daki açık beyanın hayata geçmesi durumunda, Hz. Ali’nin liderliğiyle birlikte, kendi kabileleri üzerindeki nüfuzlarını yitireceklerini fark etmişlerdir. Bu nedenle aralarında çeşitli hileler geliştirerek, Allah ve Resûlü’nün emri olan Gadir-i Hum buyruğunu kısa sürede etkisiz hâle getirmiş ve Peygamber’in iradesine muhalefet etmişlerdir.
Gadir-i Hum insanlık alemi için sağlıklı, huzurlu, hoşgörünün hakim olduğu, insanlığın manevi değerlerine sahip çıkıldığı günlere vesile olması dileğimizle. Barış olsun, dostluklar kurulsun, kardeşlik türküsü söylensin ve insanlar özgür yaşasın.
Aşk ile, Muhammed Ali muhabbetiyle kalın…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Alevi inancında verilen ikrarda, evlilikler sözkonusu değildir…
Alevi inancının ilkelerine göre ikrarın verildiği andan itibaren ikrar verenler arasında evlilik, kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü ikrar, manen ahiret kardeşliğini ifade eder ki biyolojik kardeşlikten daha ileridir. Biyolojik kardeşler arasında evlilikler söz konusu olmadığına göre ikrar kadeşliğinde, hiç bir şekilde söz konusu olamaz.
Ikrar diyoruz çünkü ister Kivrelik, ister Musahiplik ve ister başka bir ikrar olsun fark etmez; Ikrar Hakk meydanında, Pir huzurunda ve toplumun şahitliğinde verilen ikrardır.
Ikrar kardeşliği, manevi olarak biyolojik kardeşlikten de öteyedir. Biyolojik kardeşlikte kendi seçimimiz olmayan, emek sarf etmediğimiz bir durumdur. Iman kardeşliğinde ise, kendi seçimimiz olan ve namus hariç canı cana, malı mala kattığımız bir kardeşliktir. Dolayısıyla günahına, mebaline, suçuna, her haliyle sorumluluğunu paylaştığımız ve üstlendiğimiz bir ikrardır. Bu ikrar aynı zamanda Allah’a verilen ikrarla eşdeğer görülür.
Bekar olan gençler, niyet ikrarı verebilirler. Yani illerde musahip veya kivre olma niyetini beyan eder ve zamanı geldiğinde de ikrar verip ikrarbend olacaklardır.
Birilerinin iddia ettiği gibi müsahiplik ikrarı yedi kuşak, veya dokuz kuşaktan sonra veya yedi göbekten sonra çocuklar evlenebilir demekteler ki bu noktada büyük bir yanılgı içinde oldukları gibi insanları da yanlışa yönlendirmektedirler.
Diğer bir iddia ise gençlerin, evlilik sorunu ileriye sürülmektedir. Sorun ikrar vermekte değildir aile biyerlerinin faklı ailelere ikrar verilmesinden kaynaklanıyor. Doğru olan zorunlu olmadığı müdetce bir çok aile yerine bir aileye ikrar verilir ve böylece ikrar, bu iki aile arasında devam etmiş olacaktır.
Çünkü ikrar, bir kereye mahsus verilir ve kadimdir. Pirlerimiz, ikrar erkanını yerine getirirlerken „Ikrarınız kadim ve daim olsun, yüzünüz ak ve pak olsun“ derler. Medem ki yedi göbek veya yedi kuşak söz konusu ise o zaman Pirlerimiz, neden kadim ve daim olsun diyorlar?
Yukarda da belirtiğimiz gibi ikrar, Bezmi Elest’e verilen ikrara göndermedir. Dolayısıyla yedi göbek veya yedi kuşak başka bir deyim ile ikrarda, zamanlimiti yoktur. Pirlerimizin dediği gibi, kadim ve daimdir.
Aşk ile, ikrarar sorumluluğunu yerine getiren canların demine Huu...
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Alevi inancında, Rızalık...
Dava insanlık davasıdır, ne mutlu insanım diyebilene.
Hakk Muhammed Ali yolu; Bir rıza kapısı olarak, inanca taşınmıştır. Rıza kapısında, yapılan manevi hizmetlerin herhangi bir zorlama olmadan yerine getirilmelidir.
Çünkü Rızalık;
* Tanrıdan gelen her şeyi gönül hoşluğuyla karşılama.
* Tanrının hoşnutluğunu, onayını kazanma.
* Kişinin kendisi ile barışması olarak algılanan Pir-Mürşid önünde başı secdede iken kendi özüyle hesaplaşması.
* Kişinin toplumla barışması olarak algılanan, diline sahip olması durumu. Vesayre...
Rızalık, üç türlüdür.
1. kişinin kendisi ile rızası: Pir huzurunda başı secde de iken kişinin kendi özüyle hesaplaşmasıdır, kendi kendini yargılamasıdır. Bu anlamda secde de bir aynadır sufi kendini aynada görecek, kendisiyle baş başa kalaçak, eğer bir suçu, hatası, eksikliği varsa kendini ele vereçektir.
Ali‘nin sırrına ereyim dersen,
Bir Mürşid-i Kamil bu da andan gel.
Küfrünü imana satayım dersen,
Var kendi küfrünü bil de andan gel.
Șah Hatayi
2. Kişinin toplumla rızası: Eline diline beline sahip olmakla gerçekleşir. Kısacası edep olarak algılanan bu üç mühür kişiyi kötülükten uzak tutar. Bunu gerçekleştirmeyen can hiç bir zaman kendi özüyle doğru yolda buluşamaz.
3. Kişinin Hakk Muhammed Ali yoluna Hüsnü rızası: Kişi bu yola, inanç ve itikatle zorlanmadan kendi rızası ile girer. Yola rıza ile giren can, yolun gereklerini severek, inanarak yerine getirmek durumundadır. Yola giriş malı mala, canı cana katmak anlamına gelen musahiplikle başlar. Toplumda razı olursa, kişinin kendi özüyle rızası gerçekleşir. Böylece üç rıza birleşmiş, el ele, el Hakk’a ulaşmış olur.
Pişiri pişiri söyle sözünü,
Iki bab‘tan ayırma gel gözünü,
Mürşidine teslim eyle özünü,
Musahip kapısın bul da andan gel.
Șah Hatayi
Inanç kapısında yapılan hizmetler, verilen lokmalar, yapılan yardımlar, gönül muhabbetleri, yani hizmetlerin tümü gönül rızalığı ekseninde olması gerekir. Bu rızalık; Allah’ın Hüsni rızasını kazanmak ve insanların gönlüne taht kurmakla mümkündür. Dolayısıyla kul kuldan razı olursa, Canab-ı Hakk’ta kuldan razı olur.
Aşk ile Huu...
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Alevi inancında Mürşid, Pir, Rehber ve Talibin konumu...
Mürşid, Pir, Rehber ve Talip, yolun omurgasını yani ana güzergahını, yönünü ve yapısını temsil eder.
Mürşidin konumu...
Irşad eden, doğru yol gösterendir. Alevi tasavvufunda manevi hizmet rehbersiz yapılmaz. Çünkü tasavvuf hem nefsi hem de ruh terbiyesidir.
Alevilikte en üst dini kapı Mürşidlik kapısıdır, bir sonrası Pirlik kapısıdır, bir sonrası Rehberlik kapısıdır ve bir sonrası Taliplik (yol evladı) kapısıdır.
Mürşid, toplumun her türlü halinden genel sorumlu kişidir. Her soruna çözüm bulan ve çözendir. Mürşid’in soyu, Şahı Merdan Ali’den ve dolayısıyla Hz.Muhammed Mustafa’ya dayanmaktadır.
Alevilikte mürşidlik kapısı, kişileri yargılayan bir toplum mahkemesi olduğu gibi aynı zamanda Alevi toplumunu bireysellikten kurtararak kuvvetli bir dayanışma meydana getiren manevi bir otoritedir. Bundan başka Mürşidler, özellikle cem erkanları ile taliplere toplumun kültürünü, muhabbetini öğreterek, benimseterek, kültürleme ve eğitim fonksiyonlarını da yerine getirmektedirler.
Pirin konumu…
Pir, Farscada ihtiyar demektir. Arapcada, Şeyh demektir. Alevi inancında ise, Hz.Muhammed Mustafa ile Şahı Merdan Ali’nin soyundan gelen ve taliplerin manevi inanç hizmetini yerine getiren inanç önderidir.
Pir, toplumun manevi hizmetiyle yükümlüdür. Taliplerin, toplumun sorunlarını her haliyle çözen, cevap bulan ve çözüm olandır. Toplumu, yaptığı muhabbetiyle hoş eden, eğiten, irşad eden, doğru yolu gösteren, Hakk’ın doğru yolunda yürümelerini sağlayandır. Önderdir, yapıcıdır, muhabbetçidir ve adaletli davranandır.
Pirin, talibini irşad edebilmesi için yolun ilim irfanından haberdar olamsı gerektir. Önce kendisi her haliyle taliplerine örnek olmalı, her haliyle talibinin kalbinde yerini yapması gerekir. Bunu gerçekleştiren bir pir, kendi taliplerini irşad etmede zorluk çekmez ve talibi yanlışa yönlendirmediği gibi saptırması da mümkün değildir. Bu ilme eremeyen pirler, duyduklarıyla yetinmeleri hem yolu, hem de talibi saptırır ve sapkınlığa götürür.
Rehberin konumu…
Rehber Farsça Rahbar „yol gösteren, klavuz“ sözcüğünden gelmedir. Rah; „Yol“, Bar; „getiren“ demektir. Yani yolun ilim irfanından haber getiren, bildiren demektir.
Cem erkanında talibi Mürşide-Pire götüren, Mürşid-Pir ile talip arasında ki illişkiyi kuran zattır. Rehber, Alevi yol ve erkanını bilen ve uygulayandır. Rehber de, ocakzadedir yani evlade Resul’dür.
Rehber tüm çalışmaların alt yapısını şekillendiren, Mürşide ile Pire genel ön biligiyi veren, talipleri yol konusunda bilgilendiren, hazırlayan, düzenleyendir ve ikrar kapısıdır. Dolayısıyla iyi bir Rehber, Mürşid veya Pirin eksikliklerinin hataya dönüşmemesini önleyen ve tamamlayandır.
Talibin konumu…
Hakk’ın ilmin-irfanını talep eden, istekli, istiyen anlamına gelir. Muhammed Ali yoluna talip olmak, ikrar yani yemin-söz vermekle başlar. Talibin gideceği ilk kapı, Rehber kapısıdır. Rehber ön bilgilendirmeyi yaptıktan sonra cemde, Pir huzurunda ikrar vererek, yola talip olunur.
Ocakzade olmayan, Isim şahtalibi, yani Peyğamber soyundan gelmeyen bütün Aleviler için kullanılan bir sözçüktür ve her talip Ocakzade olan bir ocak evladına bağlıdır. “Talip isterse Pirini Ateşten alı koyar” cümlesinden yola çıkarak, Imam Cafer-i Sadık buyruğunda “Talipler de öyle gerektir ki çerağ gibi doğru duralar, fitil gibi yanalar, yağ gibi eriyeler, nur gibi ışık vereler, Erenler meydanından dönmeyeler, tarikat halinde duralar vede Hakikat’ten çıkmayalar, mürebbiden-müsahipten dönmeyeler, onlar talip olalar, kalıp olmayalar” buyrulmaktadır.
Sonuç itibariyle Mürşid, Pir, Rehber ve Talip ikrar üzerine kurulmuş olan Alevi inancının tamamıdır. Çünkü Pir olmadan talip olmaz, talip olmadan Pir olmaz. Dolayısıyla El ele el Hakk’a distürü esastır.
Mürşid, Pir ve Rehber Evlad-ı Resul soyundan gelen, Alevi inanç önderleridir. Talip ise, Evlad-ı Resul olmayan ve ikrar ile Muhammed Ali yoluna gönülden bağlı olan manevi yol evladıdır.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Illaki kurban mı kesmek istiyoruz?
Özü itibariyle Kurban, dua ve ibadetin ortak amacı, Allah’a yakınlașmaktır.
Allah’a yakınlașmanın sırrı nefsini, benliğini yok ederek ve dünyevi beklentilerden arınmakla mümkündür.
Tüm bunlara rağmen illaki kurban mı kesmek istiyoruz?
Eyvallah, o zaman hayvan keseceğimize Haram yemeyi, Kıybet etmeyi, Kul hakkı yemeyi, yalan söylemeyi, iftira etmeyi, adam kayırmayı, Israf etmeyi, kötülükten irtibatımızı, cana kıymayı, vs. keselim. Eğer bunnları kesemiyorsak, ne kadar hayvan kessekte BEYHUDE.
Bunları kestikten sonra gönül almayı, gönüllere mihman olmayı, umut olmayı, Hızır olmayı, insanların yüzünü güldürmeyi başardığımızda Allah’ın hoşnutluğunu ve insanların da duasını almış olacağız. Bundan daha iyi kurban olur mu? O zaman karar bizim…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Alevi inancında Mürşid, Pir, Rehber ve Seyyidlik kurumu...
Alevi inancı içerisinde Seyidlik kurumu Mürşid, Pir ve Rehberden oluşur. Dolayısıyla Mürşid ve Pir, Alevilerin inançsal önderidirler.
Alevilikte inançsal yapının içinde Mürşid, Pir, Rehber ve Talip ilişkilerine baktığımızda Seyyidlik Kurumu inançsal yapının direğidir. Anadolu topraklarında, Asa ile çarıkıyla köy köy, bucak bucak, karış karış dolaşan ve Aleviliği artısıyla eksisiyle bügüne taşıyan işte Horasan Erenleri olan bu gönüllü Pirlerdir.
Anadoluda halka bilgi veren halkı aydınlatan; „Benim Kabem insandır, çok keramet var insanda, Hakk Ademde yani insandadır“ diyen, yeri gelince Bizansın, Selçuklunun, Osmanlının zalim sultanlarına karşı halkı örgütleyip karşı koyan, Damarlarında Evlad-ı Resul kanı akan işte Horasan Erenleri olan bu gönüllü Pirlerdir.
Mürşid, Pir, Rehber bunlar aynı zamanda binbir baskıya karşı Anadolu Aleviliğini gizli saklı yollarla yaşatan, eğiten yeraltı ünüversiteleridirler. Alevi inancının yazılı kaynaklarını tarumar eden, yok eden Ehli Beyt düşmanlarının eylemleri karşısında yılmamış ve teslim olmamış bu gönüllü Pirler, Alevi inancını sözlü yani şiirlerle, deyişlerle, ağıtlarla, mersiyelerle topluma aktarılarak bugünlere gelmelerini sağlamışlardır.
Alevi inanç önderleri, kendilerini Allah Muhammed Ali üçlemesiyle simgeler. Dört kapı Kırk Makam‘la inanç sistemini belirler. Ehli Beyt ve Kerbela olgularıyla sevgisini, zalimin zulmüne karşı direnmeyi sembolleştirirler. Hünkar Hace Beataş-ı Veli ile kendi kültürünü, hoş görüyü “Eline Diline Beline sahip ol” deyimiyle inançla sosyal yaşamı birleştirmişlerdir.
Mürşidlik kapısı; Yol, edep, erkanda en üst kurumdur yani son mercihdir.
Örneğin Danıştay, yargıtay gibi...
Dolayısıyla hiyerarşik olarak;
Talip → Rehber'e,
Rehber → Pir'e ve
Pir de → Mürşide bağlıdır.
Bu da, El ele El Hakk’a demektir.
Seyyidlik kurumunun, kendisine özgü bir yapılanması vardır. Bu yapılanmada Alevi inanç önderleri olan Mürşid, Pir ve Rehber aynı zamanda kendileri de yol talibidirler. Yani bir Mürşide ve bir Pire bağlıdırlar. Nasıl ki bir yol talibi yanlışa yöneldiğinde yada hataya düştüğünde kendi pirine sığınıyorsa ayni şekilde inanç önderler de talibi olduğu kendi Mürşid ve Pirlerine sığınırlar.
Bu sistemle, mükemmel bir denetim mekanizması kurmuşlardır. Bu mekanizma, zinci halkaları misali bir birine bağlıdır. Yani bir Mürşid veya Pirin kendi görevini layıkıyla yapıp yapmadığını, Mürşid ve Piri tarafından denetlenir.
* Mürşid’de yola, edep erkana bağlıdır. Bu kural, Cem Erkanı ile icra edilir. Icra ve icraat, yeri Cem erkanıdır. Mürşid için geçerli olan vasıflar, Pir için de geçerlidir.
* Alevilikte, eğitimsel bilgilendirme ile sorumluluk bilinci hayatın her alanında uygulanır ve gerçelşetirilir.
Aşk ile, yolun demine Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Her okuyan adam, her okumuş cahil de islah olmaz...
Okuyup da mevki sahibi olmak başka, insan olmak başkadır. Dolayısıyla en azında iki tür okumuş insandan söz edebiliriz.
Birinci tür insan, mürekep yalayarak ve kara satırları ezberleyerek bir makam sahibi olmak mümkündür. Bu tür eğitim, dışsal dönüşümlü eğitimdir.
Diğer tür insan ise, okuyup elde ettiği bilgiyle hal ile davranışını olgunlaştırıp insanlık vasfında yerini almaya gayret edendir. Aldığı eğitimle kültürlü, hoşgörülü, anlayışlı, çağın medeni insanı konumuna gelmiş ve öz değerlerine bağlı eğitimli insandır.
Dolayısıyla bu tür eğitim, içselleşmiş eğitimdir. Diğer bir deyimle, insanlıktan nasibini almış ile nasibini almamış insan bir değildir.
Aslında konuyu daha iyi anlamak için eskilere dayanan bir hikaye, günümüzdeki bu acıklı halimizi çok iyi izah etmektedir.
Hikaye, bir baba ile evlat arasında yaşanmıştır…
Babanın yaramaz bir oğlu varmış. Baba, evladının yapmış olduğu her yaramazlığı sonunda; „Oğlum sen adam olamazsın!“ diye tepkisini dile getiririrmiştir.
Babasının bu sözü evlada dokunur ve bir gün „kim adam olamazmış gösteririm“ diye içinden söylenirmiş.
Yine aralarında çıkan bir tartışmadan sonra evlat babasına kızıp terki diyar ederek gittiği şehirde bir okula kayıt olur ve okumaya başlar.
Biraz da babasının, ''Oğlum sen adam olamazsın!“ sözüne olan kızgınlığıyla çok çalışır, başarılı olur ve sonunda kendi köyünün bağlı olduğu şehrin kadısı olarak tayin edilir.
Vazifesine başlar başlamaz içine dert olan babasının sözünü boşa çıkarmanın aceleciliği içinde zabitlere: „Gidin, filan köyde şu isimde biri var, çabuk onu huzuruma getirin“ diye emir buyurur.
Zabitler köye giderek adamı, „Kadı Efendi seni huzuruna çağırıyor“ diyerek apar topar huzura getirirler.
Mağrur bir şekilde koltuğunda yayıla yayıla oturan kadı, yani yaramaz evlat babasına: „Ben kimim, beni tanıdın mı?“ diye sual eder.
Endişe ve korku içerisindeki baba, oğlunu tanıyamaz ve „Siz kadı efendimizsiniz?“ der.
Koltuğunda yayıla yayıla oturan kadı büyük bir pişkinlik ve keyifle: „Ben senin hani her kızdığında „sen adam olamazsın dediğin“ oğlunum. Bak işte adam olduğum gibi kadı da oldum“ der.
Baba, acınası durumdaki oğlunu manalı gözlerle süzdükten sonra: „Beni ayağına bunu söylemek için mi çağırdın?“ diye sorar ve devam eder: „Ahh behey ahmak oğlum! Ben sana kadı olamazsın değil, adam olamazsın demiştim. Sen yaşlı babanı apar topar ayağına getirmek ve edepsizce davranışlarınla adam olamayacağını gösterdin, der.
Hikayede anlaşıldığı gibi okuyup makam sahibi olmak mümkündür ancak insanlık vasıflarına sahip olmak her insanoğlunun karı değildir.
Velhasıl evlat okumuş, makam sahibi de olmuş ancak cehaletten kurtulamadığı gibi, bir daha babasına adam olamıyacağını göstermiştir. Demek ki okumakla, makam sahibi olunur fakat insan olunmazmış.
Aşk ile, ilim ışığı rehberimiz olsun...
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Ruh ile beden ibadeti ve önemi...
Insan, maddi ve manevi olmak üzere iki alemden ibarettir. Birinci alem, ölümsüz olan manevi ruh alemi ve ikinci alem ise, ölümlü olan maddesel beden alemidir.
Ruh bedende bulunan yaşamın özü, canlılığı sağlayan, maddesel olmayan ve ölümsüz konumda olan manevi cevherdir. Diğer bir deyimle ruh, candır ve yaşamın kendisidir.
Ruhun varlığı, sağlığı, gıdası ilim ve ilmin gıdası da muhabbet, okumak, araştırmak, sorgulamaktır. Bununla birlikte oruçla arınır, yardımlaşmayla yücelik kazanır, Allah’ı anmakla ruhani makama yükselir ve kendi özüne mirac etmekle kendi hakikatiyle buluşur. Çünkü insanoğlu, saç ve sakal ağartmakla değil aklıyla olgunlaşır.
Beden ise, kutsal ruhun barındığı mekandır. Allah’ın en büyük sanatı, eseri olan beden ruhun hükmüyle, hikmetiyle hareket eder. Bedenin sağlığı, huzuru hareket etmektir ve yaşam gıdası ise, nimetlerdir. Yani yemek içmektir.
Bundan ötürüdür ki inanç ibadetlerinde teorik ve pratik olarak iki türlüdür. Ruhen, bedenen arınmak ve paklanmak gerekir.
Ruhun ibadeti, manevi huzura ve nuraniyete ulaşmaktır...
Manevi huzur, yaptığı iyiliklerdir ve ruhaniyet boyutu ise, ilim irfan muhabbet atmosferini yaratmaktır. Manevi ruhaniyete ulaşmak ilim muhabbetiyle, okumakla, araştırmakla, sorgulamakla mümkündür. Çünkü ruh ilim muhabbetiyle gelişir, genişler, olgunlaşır ve erdemliğe ulaşır.
En önemlisi de insanlar yaptıkları ilim muhabbetleri sayesinde ruhen yükselir ve insanlık vasfında hak ettiği makam yükselir ve insanlık onuruna nail olur.
En mühimi de, insan ibadet sayesinde ruhen yükselir ve hakiki insanlık şerefine nail olur. Dolayısıyla bedenin sağlığı, huzuru için hareketlilik bir zorunluluktur. Bu zorunluluk çalışmk, oruç tutmak, ibadet rituellerini yani on iki hizmeti yerine getirmektir.
Ruhta olduğu gibi insanların yaptığı bedensel hareketler sayesinde, beden kendi huzuruna kavuşmuş olacaktır.
Sonuç itibariyle ruh ile bedenin uyum içinde sağlıklı, huzurlu yaşamaları için ilim irfan muhabbetleri ve bedensel hareketlilik önemli olduğu kadar da bir zorunluluktur.
Aşk ile...
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Kitap okuyan bilgi, insan okuyan ilim irfan sahibi olur...
Insanlar açısından yașamın temeli akıldır, aklın gıdası ilim ve ilmin, gıdası okumaktır.
Okumak bir aktivitedir. Bu aktivite sadece kitap okumaktan ibaret değildir. Kitap, genel anlamda insanların farklı konular hakkında kendi fikirlerini, düşüncelerini, algılarını, paylaşmak amaçlı sunulan bir bilgi üründür.
Okuma yoluyla bilimsel bilgiler elde edilir ve bu bilimsel bilgiler de gözlem, deney, ölçme, gözleme, algı yoluyla elde edilen ürünlerdir.
Bilgi, aklın alabileceği olgu ve ilkeleri tanımlayan isimdir. Dolayısıyla yaratılmış varlıklarla tanış olunduğu andan itibaren insanda oluşan kanaat bilgidir.
Kitaplarda, gazetelerde, broşörlerde, vs. yer alan farklı bilgiler okunduğu zaman kişinin hafızası güçlenir, düşüncesi olgunlaşır, düşünce ufku gelişir, kelime dağarcığı genişler, yaratıcılık ile hayal gücü gelişir, iletişim dialoğu gelişir, özgüveni güçlenir, beyin bağlantısı gelişir ve daha önemlisi bilişsel gerileme ile stresi önler.
Okuma yoluyla elde edilen bilginin, vermiș olduğu özgüven insanoğlunun kendini tanımayı, bașarılı olmayı beraberinde getirmiștir. Dolayısıyla okumadaki önemli unsur okuduğumuzdan, yaptığımız muhabbetten, görüp ve dinlediklerimizden kendimize gereken dersi çıkarmak, hayatımıza uygulamak ve onu yaşamaktır.
Kitap okumak, kişiyi bilgi sahibi eder ancak irfan sahibi yapmaz. Öz itibariyle irfanlık, Arifliktir.
Irfanlık bilme, anlama, algılama, sezme, farkındalık gibi manevi değerlerdir.
Ariflik ise manevi duyu veya algı ötesine ait bütün olan ve biteni bilen bilge, alim demektir. Diğer bir deyimle zahiri ile batıni ilme sahip bilge, alim veya Kamil-i Insan demektir. Kamil-i Insan ise ilim, irfan, hikmet ve fazilet medeniyetidir.
Kamil-i Insan-ı tarif edecek olursak Sırr-ı Hakikat mertebesine erişmiş, Ledün ilmine nail olmuş, bütün kötülüklerden, kötü alışkanlıklardan arınmış, tamamen nefsine hakim yani Eline Diline Beline sahip, ilim irfaniyle ideal ve örnek insandır.
Ilim irfan sahibi olabilmek için, insanı okumak gerekir. Çünkü insan, kainattır ve Kainat da insanda dürülmüştür.
Insanı okumak ve okumadaki mana…
Bilen ile bilmeyen bir olmadığı için bilenin, bilmeyeni kendi bilgisiyle, tecrübesiyle, edep erkanıyla, ilim irfanıyla, hikmetiyle ve faziletiyle irşad etmesidir. Diğer bir deyimle ham insanın, Kamil-i Insan’nın ateşiyle pişmesidir. Buradaki ateş bilgidir, ilimdir, irfandır, hayat tercübesidir.
Sonuç itibariyle kitap kapısında irşad olan bilgi sahibi, Kamil-i Insan’ın kapısında irşad olan ilim irfan sahibi olur. Çünkü kitap okuyanı gözetleyen, onun eksiğini veya yanlışını gören yoktur. Fakat Mürşid-i Kamil kapısında irşad olanın eksiğini, eğrisini, fazlasını, yanlışını gören, uyaran ve gözetleyen bir rehberi vardır.
Aşk ile, ilim ile irfan ışığı rehberimiz olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Hakk ile hakikat yolunda, insandan ilim-irfan sorarlar...
Ilim ışığı, rehberimiz olsun.
Neden ilim irfan?
Çünkü insanı bilgi karanlığından kurtarıp marifet ehli yapan ilimdir. Kavrama, anlama vasfına ulaştıran yegâne araç ilimdir. Dolayısıyla ilim Mürşid ve ilmin ışığı da Rehber konumundadır.
Demek ki Hakk ile hakikat yolunda insana, Mürşid ile Rehber gerekiyormuş. Mürşid, Hakk ile hakikat ilmiyle kendini donatmış, irfanıyla olgunlaştırmış ve ışığıyla insanların kalbini nurlandıran hal ehlidir.
Hal ehli olan Erenler insanların yarasına melhem, derdine derman ve çaresizliğine çözüm olandır. Yani umut kapısıdır. Umut olduğu müdetçe yaşam devam ediyor demektir. Ancak umudun olmadığı yerde, yaşamın olması da söz konusu değildir.
Tıpkı balık ile su gibidir. Çünkü balığın umudu sudur. Diğer bir deyimle balığı yaşatan sudur. Su olmazsa balığın yaşaması mümkün değildir. Anlaşıldığı gibi insanı Hakk ile hakikate ulaştıran Mürşid, ilim ile irfandır.
Bu gerçeği dile getiren Ayetlerden bazıları…
Taha Suresi, 114. Ayette: “De ki, Ey Rabbim! İlmimi artır” buyrulmaktadır.
Bilindiği gibi ilim bitip tükenmeyen bir hazinedir. Daha önemlisi sadece sahibine değil diğer insanlara, canlılara ve insanlığa fayda verir. Hakk ile batılı birbirinden ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. Ilmin artması insana bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir.
Yusuf Suresi, 22. Ayette: “Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Derken, ergenlik çağını aştığı zaman eğriyi doğruyu ayırmaya yetecek keskin bir muhakeme gücü ve derin bir kavrayış yeteneği bahşettik ona. İyilik yapanları, biz işte böyle ödüllendiririz“ buyrulmaktadır.
Taha Suressinde de buyrulduğu gibi, kavrama ve anlama hikmetine ulaşmada ilmin önemi vurgulanmıştır.
Duhan Suresi, 32. Ayette: „Andolsun, Biz onları bir ilim üzere alemlere üstün kıldık“ buyrulmuştur. Üstünlük insanoğlunun aklını olgunlaştırarak anlama ve kavrama yeteneğini güçlendirerek bilgisizlik bataklığından kurtulup olgunluk mertebesine erişerek ilim ehline dahil olmaktır. diğer bir deyimle insanlık için, bir iz bırakmaktır.
Sonuç itibariyle Ayetlerde de görüldüğü gibi insanı, Hakk ile hakikate ulaştıran ilimdir. Ilimden başka birşey değildir. Zahiri alemde ilmi yansıtan, ulaştıran sıfata Mürşid denilmiştir. Burada belirleyici olan, insanın kendisi değil sahip olduğu ilimdir. Ilmin sırrı, insanın ruhunda, aklında ve mantığında saklıdır. Insanın üstünlüğü de onun sahip olduğu ruhu, aklı ve mantığıdır.
Üstünlük vasıflarına ermiş Erenlerin demine Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=