ANASAYFA
Bilgisizlikten ilme, ilimden kemalete giden yol…
Bilgisizlik eğitimsizlikten, eğitimsizlik eğitimden ibarettir.
Birlikte yaşadığımız insanları anlamak, hayatımızın manasına varmak, kendimizi tanımak, eksiğimizi görebilmek ve hayatımızın manasına varabilmek için önce kendimize zaman ayırmalıyiz.
Bu konu da Pir Hünkar; „Ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır“ demiştir.
Yol ulularımızın buyurduğu gibi geleceğimizin aydınlık olabilmesi için okumalıyız, araştırmalıyız, ilmi muhabbetler yapmalıyız ve ilim irfan sahibi olmalıyız. Ilim irfan sahibi olduğumuzda önce kendimize sonra da çevremizdeki insanlara faydalı olabiliriz.
Ilim eksikliği, bilgisizlik ve sabırsızlık başarıya ulaşmamızın önünde en büyük engeldir. Sadece dilde ben Aleviyim, iyi bir insanım demek veya iyi niyetli olmak yetmiyor. Çünkü iyi bir Alevi veya iyi bir insan olabilmek için gayret etmek, çaba göstermek, emek vermek, yaşamak, yaşatmak ve hatta bedel ödemek gerekiyor.
Ne yazık ki bir çok canımız, ben Aleviyim diyor. Fakat Aleviliği yaşamadan, manasına varmadan sadece dilde, sözde Aleviyim diyormuşuz.
Ilim nedir?
Ilim sözlük anlamı; Bilmek, şuurda hasıl olmak, sağlam ve kesin bir biçimde, bir olayın gerçeğini bilmek“ gibi anlamlara gelir. Kelam/inanç ilminde, zahir ve batın olaylara uygun olan kesin inanç bilgisidir. Akli ve hissi yani duyulara dayalı mevzuuna giren, yanılmaya ihtimal vermeyen ve her olayın tanımasını sağlayan sıfattır. Ilim kalp ve tasdik yani akıl ile alakalıdır.
Ilmin faydaları…
Ilim bitip, tükenmeyen sonsuz bir hazinedir. Ilim sadece öğrenen kişiye yani sahibine değil tüm insanlık ve canlı alem için faydalıdır. Çünkü doğru ile yanlışı birbirinden ayırmanın en önemli vasıta ilimdir. Ilim, insanların yücelmesine vesile olan bir fazilettir.
Kişiliğimizi ve hayatımızı etkileyen faktörler…
Içinde yaşadığımız çevresel faktörler, neler yaratabiliyor?
Nerede doğduğumuzu, hangi inanca sahip olduğumuzu, hangi dili konuştuğumuzu, hangi örfe, geleneğe, göreneğe, kültüre sahip olduğumuzu ve belli bilgi ekseninde yetişmemizle birlikte bu kalıpların içinden çıkmamızı zorlaştırır.
Lakin bunlar, tabu kalıplar değildir. Kişisel eğitimle, belli kalıplardan çıkıp Evrensel düşünüp, Dünya insanı olmamız mümkündür.
Konunun önemi bakımından ötürü Ailesel, kişisel ve yol faktörü olarak üç yönden ele alabiliriz…
1. Konu, Ailesel faktör…
Anne, Baba, Aile fertlerinin ilmini, bilgisini ve birikimlerini toplayıcı olmamızdan ibarettir.
Anne ile Baba eğitimleri, bilgileri aynı zamanda toplumsal duruşları, inançları bizlerin yaşamını etkilemiştir. Örneğin Kürtçülük, Türkçülük, memleketçilik, ulusalcılık, siyasi ile ideolojik görüşler, aile bağları, ar namus anlayışları bizi olumsuz etkilemiştir. Ancak bu olumsuz etkilemelerin yanıbaşında, elbetteki olumlu etkilemelerin payı da büyüktür.
2. Konu, kişisel faktör…
Faydalı ve iyi bir insan olabilmek için kötülüklerden, kötü huylardan arınmakla birlikte iyi olan her türlü etkenleri hayatımıza uygulamakla mümkün olabilir.
3. Konu, yol faktörü…
Yol faktörü, çok derin ve aynı zamanda önemli bir faktördür. Çünkü Alevi yolu, insanlk yoludur. Dolayısıyla sorgu sual, eğitim, özünü dara çekmek, kötü huylardan, alışkanlıklardan arınma, kendini bulma yoludur. Önemli yönü ise, kötü yolları kapatır ve iyi yolları açar.
Iyi yolda yürüye bilmek için yol ulularımızın öğütlü sözlerinin, verilen mesajların manasına erebilmek için aklımızı olgunlaştırmamız lazım. Bunun için de okumamız, araştırmamız ve sorgulamamız gerekecektir.
Sonuç itibariyle Alevi tolumu olarak okuyarak, araştırarak, sorguluyarak aydın ve ilerici insanlar olabiliriz.
Aşk ile, ilim ışığı klavuzumuz olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Gönül rızalığıyla lokma veren el, boş dönmez...
Gönül, rızalık gösterir ve elde rızalık lokmasını verir. Lokmayı alan insanlar, mükâfat olarak hoşnutluğunu dile getirerek temeni ve dilekte bulunurlar.
Rızalık, iyi niyeti ve iyi niyet de iyilik yapmayı gerektirir.
Çünkü Alevi inancının yaşam felsefesinin temel ilkesi rızalıktır. Rızalık olmadan bir yaprak dahi yerinden oynatılmaz.
Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu kazanmak, gönüldeki imanı güçlendirmek ancak insanlık yolunda hizmet etmekle mümkündür.
Bakara Suresi, 265’ci Ayette; “Mallarını Allah’ın rızâsını kazanmak ve gönüllerindeki imanı kökleştirip sağlamlaştırmak için harcayanların durumu, bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçeye benzer ki, bol yağmur yağdığında ürününü iki kat verir. Hatta yağmur yağmasa bile az bir çisileme ona yeter. Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir“ buyurmaktadır.
Ayette buyrulduğu gibi Rızalık; Tanrıdan gelen her şeyi gönül hoşluğuyla karşılamak, Tanrının hoşnutluğunu kazanmak, Kişinin kendi özüyle hesaplaşmak, Eline Diline Beline sahip olma dumudur.
Dolayısıyla imanın kudretini, hikmetini kalplerde iyice kökleşmesini sağlamak ve mükkemel bir toplumun oluşmasında Ele Dile Bele sahip olmanın ahlak ilkesinin manevi önemi büyüktür.
Çünkü toplumun huzur ile güven içinde yaşıya bilmesi ve toplumun birbiriyle barışık olabilmesi için, toplum bireylerinin Eline Diline Beline sahip olmasıyla mümkündür.
Kendi içinde huzur ile güveni sağlamış bir toplum kazancını, rızkını, alın terini, emeğini, rıza lokmasını birbiriyle paylaşır, birbirini sahiplenir, birlik ile beraberlik pekiştirilir ve gönül birliği sağlanmış olacaktır.
Ikiliğin yok olduğu, gönüllerin birlendiği bir toplum bireylerinin ayağa kalkması, hizmet etmesi, gönülleri feth etmesi ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanması kaçınılmaz olacaktır. Işte bu duruş, Alevi inancındaki Rıza şehrinin temel kuralıdır. Yani mıhenk taşıdır.
Ayette örnek verilmiş olan “Güzel bahçe”, Alevi inancındaki Rıza şehridir.
Rıza şehri; Sömürü yerine dayanışma, senlik benlik yerine ortaklaşa yani canı cana malı mala katarak, razılık ile rızalık ilkesi doğrultusunda barış, huzur ve hoşgörü içinde öngörülen yaşam felsefesidir.
Onurlu yaşamak için bir tek yol vardır o da, insanlık yoludur. Çünkü insanlık yolunda mezhepçilik, tarikatçılık, ırkçılık, ötekileştirmecilik, hor görmecilik, vs gibi unsurların yeri yoktur. Insanlık yolu, ayrışmayı değil birliğin ve beraberliğin yoludur.
Velhasıl bir bütün olarak nimmet lokmasından tutalım ilim lokmasına kadar eğer tüm lokmalar birbirine katılırsa, iyi niyetle paylaşılırsa o zaman manevi huzura varılır.
Dolayısıyla lokma iyi niyettir, bir elden alıp bir elden vermektir, mükâfat kuldan değil Hakk’tan beklemektir, razılık ve rızalıktır. Lokmanın büyüğü, küçüğü yoktur. Gönül ne dilerse odur.
Iyi niyetle manevi huzura varanların demine Huu...
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Cemevleri ve başarı sağlamanın sırrı...
Cemevi, ibadet, ruhen ve bedenen arınma evidir. Kırklar Meclisi’nde olduğu gibi er bacı meydanıdır. Bacıların katılıp hizmet aldığı ve can birliğinin sağlandığı sevgi ile birlik meydanıdır. Bundan ötürüdür ki cem erkanlarında, haremlik selamlık yoktur.
Cemevinin kapısından içeri girildiği andan itibaren, cinsiyet yok olur. Sıfat yerini sırete bırakır. Bunun manası da can vardır, insan vardır ve insan kavramında da cinsiyeti yoktur.
Aleviler, yolun ilim ve irfanını cemevinde alır. Aleviliğin aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri marifet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi, inancı insan sevgisidir. Her şeyi insanın mutluluğu, güvenliği ve güzelliği içindir. Bu değerlere sahip olan her bir kişi, ibadetin içindedir.
Bilindiği gibi Cemevine girmenin, erkana katılmanın bir adabı vardır. Kul hakkı yiyen, hak sahibi ile helalleşmeden cemevine veya erkana girilemez. Düşkün olanlar ve birbirinden razı olmayanlar da cemevine giremez.
Yapılan en büyük ibadetlerden biri Allah Muhammed Ali ve On Iki Imamların adlarının anıldığı "Duaz-ı Imam" adı verilen nefeslerin okunmasıdır. Cem erkanında Kıyam, Rüku ve Secde niyazla birleştirilmiştir.
Bu sebepledir ki cemevine girmeden önce dikkat edilmesi, uyulması gereken kurallar vardır ve bunlardan bazıları...
1- Benlikten ve nefsi emmareden uzaklaşmak niyetiyle cemevine girmek gerekir.
2- Yapılan Hizmetmetlerin içeriğini ve zorluğunu iyi bilmeden, manasına varmadan cem evindeki çalışan hizmetkarları ve görevlileri haksız yere eleştirmemek gerekir. çünkü emeğe saygı zorunluluğu vardır.
3- Bu hizmetkarların maddi karşılık talep etmeden ailesiyle birlikte gönül rızalığıyla hizmetlerini yerine getirmekteler ve karşılığında bir tebessüm sevgi ve sayğı gösterilmelidir.
4- Ttalip olan kişinin cemevine karşı görevlerini bilmek zorundadır ve sorumluluğunu laikiyle yerine getirmelidir.
5- Talipler ve üyeler kendi görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirebiliyorlar? Kendi sorumluluğunu yerine getirmemekle birlikte getirenleri acımasızca eleştirmek doğru değildir.
6- Dil ile talibim deyip gönülden boş kalıp olan bir canın hizmet eden canları incitip yoldan soğutmaları tamamen yanlış ve yola aykırıdır.
7- Yönetim komitesi, inanç komitesi, kadınlar komitesi, yaşlılar komitesi, gençler komitesi, denetleme ve disiplin komitesi, kendi sorumluluklarını yolun ilkeleri doğrultusunda yerine getirmelidirler.
8- Cemevlerinde Evlad-ı Resul yani Seyyidler ve bununla birlikte 12 hizmetkarların da yetiştirilmesi gelecek açısından bir zorunluluktur.
9- Cemevi yöneticileri, kendi bölgelerinde yolun erkanını yürütebilecek hizmetkarları dışardan getirmek yerine kendi bölgelerinde yaşıyan Seyyidler, zakirler veya hizmetkarlar yetiştirilmelidir.
10- Inanç kurumlarında hizmet yapan hizmetkar canların, belli bir ücret karşılığında hizmet etmeleri doğru değildir. Çünkü manevi hizmetlerde, maddiyatın hükmü olmamalıdır.
11- Cemevi tüzükleri, şeffaf ve açıklayıcı olmalı ve cemevlerinde asılı olması gerekir.
12- Yönetime seçilecek olan canlar vasıfları gereği yola bağlı kalmaları, aşk ile hizmetini yerine getirmeleri ve yolun ilim irfanıyla bilgilenmeleri esas alınmalıdır.
13- Cemevi yönetimi, geçlere ve sosyal faaliyetlerde gerekli destek verilmelidir.
14- Cemevlerinde gönül birliğinin sağlanması ve ikiliğin önlenmesi açısından memleketçilik, hemşericilik, bölgecilik ve ırkcılık zihniyetine yer verilmemelidir.
15- Gençlere aleviliğin ilim irfanını, manevi değerlerin önemi aktarılması için öncelikle Seyyidler ve Seyyidler gibi yönetim üyelleri de kendini yetkin hale getirmelidirler.
16- Bir bütün olarak yol önderliği ve Yönetim üyeleri hizmet ile sorumlulukları gereği topluma örnek olmaları zorunludur.
Sonuç itibariyle bu ilkeler doğrultusunda, hizmetler ve sorumluluklar tam manasıyla yerine getirildiği zaman ibadet kurumlarının başarılı olmaması, birlik ile beraberliğin sağlanmaması için hiçbir engel yoktur.
Dolayısıyla başarı ve başarılı olmak, iyi niyete bağlıdır. Iyi niyetle hizmet eden canların demine Allah eyvallah diyoruz...
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Islamın temelide Allah’a, O’nun eşi ve benzerinin olmadığına inanmak anlamına gelen tevhid inancı yatmaktadır. Demek ki asıl olan imandır. Imanın temeli ise, inkardan yani tağuttan uzaklaşmaya dayanıyor. Diğer bir deyimle inkar yani tağuttan iğer bir deyimle nefsi emarelerden uzaklaşmadan Allah’a iman etmek mümkün değildir.
Tağut zulüm, cebir, şiddet, azgın, sınır tanımayan, zalimleşmek manalarına gelmektedir. Diğer bir anlamda nefsi emarelerdir.
O zaman, neden önce inkar sonra iman etmek gerekiyor?
Mana itibariyle Allah’ı veya Hakk ile hakikati inkar etmiyorum demek, iman etmek için kafi değildir.
Insnoğlu, Allah’ı düşünmeden, idrak etmeden O’nun varlığına işaret eden delilleri görmeden, yaşamadan iman etmesi hayal gücünden öteye değildir. Fakat O’nun varlığını kanıtlayan delillere şahit olmak, yaşamak, ve iman etmek akıl ile idrak gücünün hikmetine dayanmaktadır.
Dolaısıyla islam olmak için, şahadet kelimesini getirmek, oruç tutmak, namaz kılmak, haca gitmek, vs. pratik rituelleri yerine getirmek yetmez. Iman etmek ve iman doğrultusunda yaşamak gerekir. Yani yaşamadan yaşadım, görmeden gördüm demek gibidir. Damdan düşmek ile damdan düşme hayalini kurmak faklı durumlardır. Biri yaşanmış ve diğeri ise, düşmeyi hayellinde canlandırmaktır.
Bu gerçeklere dayanarak islam olabilmek için, önce inkar sonra iman etmek gerekiyor.
Allah Bakara süresi, 256. Ayette; „Her kim tağutu yani şeytani güçleri inkar edip Allah’a inanırsa yani iman ederse, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yani delile sarılmış olur. Allah, işiten ve bilendir. Demek oluyor ki önce inkar sonra iman etmek gerekiyor. Inkar etmeden iman etmek mümkün değilmiş.
Sonuç itibariyle beşer insanlar, Allah’ın varlığına işaret eden delilerin hepisini göremiyebilir. Fakat aklının algısınca anlaşılabilecek delilleri görebilir. Dolayısıyla fikrini, düşüncesini ve imanını budelillere dayandırabilir.
Esas olan olgu Allah’ı inkar etmek, iman etmek için yeterli değildir. Çünkü bir insanoğlu, „ben inkar etmiyorum“ demesi iman etmiş demek değildir. Iman etmek için aklının hikmetiyle, şahit olmuş veya yaşamış veya gördüğü dedillere dayandırması gerekir. Allah’ın var olduğunu gördüğüm delillerden ötürü iman ediyorum diyebilmesidir.
Dille Allah’a inanıyorum demek tıpkı islamı tanımadan, yaşamadan, icrat etmeden islamı red etmeye benzer. Tanımadığın bir olguya, delile, varlığa nasıl iman edilir veya nasıl redediebilinir ki? Akıl tutulması gibidir.
Sonuç itibariyle görmeden yaşanmaz, yaşanmadan inanılmaz, inanılmadan iman edilmez. Dolayısıyla inkar veya iman etmek, insanoğlunun akıl gücüne veya algısına bağlıdır.
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid hakkı=
Önder ve yönetici olmak…
Önder, iyi bir rehber ve yönetici ise, merhametli bir idarecidir.
Önder veya yönetici olmak, güzel bir olgudur. Kimine doğuştan, yaratılıştan gelen bir yetenektir. Bazende önderler, zamanla yeteneklerinin açığa çıkmasıyla ortaya çıkarlar. Önderlik ve yönetmenlik, büyük bedeller gerektiriyor. Sarsılmaz bir inanç, yenilmez bir irade kısacası tartışılmaz bir kararlılık, bir duruş gerektiriyor.
Öncülüğün, kendisine göre kuralları ve özelikleri vardır.
1-Toplumun, birlik ve beraberliğini sağlamak,
2-Kin, kibirden, benlikten, ikilikten arınmış olmak,
3-Soğuk kanlı olmak, hisleri ile hareket etmemek,
4-Cesur ve önemli kararlar vermek,
5-Toplumun, her alanını kuçaklamak ve hitap etmek. Örneğin özürlü insanlar, Hastahaneler, Ceza evleri, fakir ve kimsesiz insanlara önemli olan manevi desteği sunmak,
6-Sözünün eri olmak, topluma örnek kişi olmak,
7-Topluma güven vermek, umut olmak, güvenini kazanmak vs. daha çok özelikler eklenebilinir.
Önderlik, emek vermekle gerçekleşir. Kendisini, önemli sorun ve sorularla eğitmeyen kişinin önderliği tartışılır. Önderlik, hizmet etmekle olur. Herkesten daha fazla çalışmakla olur yani öyle sıradan önderlik olmaz. Önderlik, kendi içinde bir disipline sahip olmalıdır. Yılmadan yanlışları düzeltmek, bunun aksisi yani pes etmek önderliğin kitabında yoktur.
Doğru olanı, doğru bildiklerini ısrarla, inatla, kararlılıkla savunmaktır. Önderlik kendi doğrularına inanmakla beraber, başkalarının doğrularını kendi doğrularıyla karşılaştırmaktan çekinmez. Eğer yanlış bir karar almışsa, bu yanlışın özeleştirisini vermekten kaçınmaz.
Burada, yanlış bir mana çıkarmanın anlamı olmamalı. Neden? Çünkü, önderlik ile diktatörlük karıştırılmamalıdır.
Önderlik, toplumun konumlarını belirlerken aynı zamanda geleçeklerini de şekillendirirler-planlarlar. Bu manada, sorumlulukları çok büyüktür. Önderlikte bu olması gerekir. Önderlik-yönetiçilik emek, çaba, çalışma, yoğunlaşma, fedakarlık, disiplin, üretkenlik, kararlık, inanç, irade, engin gönüllülük, erdemlik, vs. ilkeleri etrafında şekillenerek doğru olanı savunur ve bütün haksızlıkları reddeder.
Önder ve yönetici, önce kendilerini irşad edip yetkin hale getirir ve sonrasında kendi insanını irşad edip yetkin hale getirirler.
Toplumun veya insanların eğitimi için, iki imkan vardır...
Birincisi, yönetici bilimsel yoldan eğitimi sağlar ve
Ikincisi, inanç önderi Seyyidler yolun ilim irfan eğitim hizmetini sağlarlar.
Hele hele gençlerin, sadece pratikte değil aynı zamanda teoritik yönde de egıtimi sağlanmalıdır. Eğer yapılan eğitimler, bu iki çizgi doğrultusunda gerçekleşirse o zaman sorumluluk iki kuruma düşüyor. Bu da, Yönetim ve Seyyidlik kurumlarıdır. Bu kurumlar arasındaki komunikation ve Dialoğ oldukça sağlam olmalıdır. Kurumlar, bu kreterleri yerine getirmedikleri taktirde zedelenir ve işlevlerini yetirirler. Amaç, insanların beklentilerine cevap vermektir.
Önderlik ve yöneticilik; Manevi değer ile kültürü pekiştiren, iyi ile kötüyü uzlaştıran, öz değerlere saygı gösteren iyi bir yönetci ve aynı zamanda iyi bir önderdir.
Aşk ile, ilim ışığı rehberimiz olsun…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
Manevi hizmet Seyyidin, maddi hizmet Talibin hakkıdır...
Dünyalık ve Ahiretlik olmak üzere iki türlü hizmet vardır. Dünyalık hizmet maddiyata ve Ahiretlik hizmet maneviyata dayalıdır.
Diğer bir deyimle Allah yolunda yapılan hizmet maneviyata ve insanlık yolunda insanlara yapılan hizmet maddiyata dayalıdır. Maddi hizmetin karşılığı rızık ve manevi hizmetin karşılığı mükafattır.
Seyyidin konumu…
Alevi inanç önderi olan Seyyid, toplumun inançsal manevi hizmetiyle yükümlü olduğu için, manevi hizmetin sahibidir.
Yolun kural ve kaydelerini öğreten, ilmiyle eğiten ve doğru yolu gösterendir. Taliplerin sorunlarını çözen, cevap bulan yani manevi hizmetten sorumlu ve yetkili kişidir. Toplumu yaptığı muhabbetiyle hoş eden, eğiten, doğru yolu gösteren, Hakk’ın doğru yolunda yürümelerini sağlayan inanç önderidir. Yapıcı, muhabbetçi ve adaletli davranandır.
Diğer bir deyimle bir kutbuyla Yaradana ve diğer bir kutbuyla da yaratılanlara bağlı olmasıdır. Yaratılanlara bağlı olan kutbu onları yolun ilim irfanıyla irşad etmek ve doğru yolu göstermektir. Yani nasip sahibi yapmaktır.
Kutub, bir Tasavvuf terimidir. Batın-i anlamda her haliyle Allah’a teslim olmuş ve zahiri anlamıyla bir topluluğun yöneticisi, önderi demektir.
Dolayısıyla Hakk Muhammed Ali yolunda, manevi hizmet gönüllü yani karşılıksız yapılan hizmettir. Yol maneviyata dayalı olduğu için, yol önderlerinin hizmetleri de onursal bir yapıya sahiptir. Eğer maneviyata para hükmederse o zaman gönüllü değil, para karşılığı yapılmış olan bir hizmettir.
Talibin konumu…
Talip; Ocakzade olmayan, isim şahtalibi yani Peygamber soyundan gelmeyen bütün Aleviler için kullanılan bir sözcüktür ve her talip, bir Pire bağlıdır.
Talip; Hakk’ın ilim irfanını talep eden, istekli, istiyen anlamına gelir.
Alevi inancına göre, yola talip olup Hakk ile hakikat yolunda yürümek isteyen, bir Pire bağlanması gerekir. Pire bağlanmak Pirin nasihatına, ilmine, edep erkanına uyacağına ve kendini pire teslim edeceğine dair Allah’a ikrar vermesidir.
Sonuç itibariyle Seyyid, sahip olduğu makam gereği fahri yani gönüllü veya karşılıksız veya hiç bir rızık talep etmeden hizmetini yerine getirme zorunluluğu vardır. Fakat Talibin, konumu gereği böyle bir zorunluluğu yoktur.
Dolayısıyla Seyyid ile Talip arasındaki fark, makam farkıdır. Seyyidlik makamı nasip verme makamı ve talip makamı ise, nasip alma makamıdır. Bu ilkeye bağlı kalındığı müdetçe, adaletin terazisinde yanlışlık olmaz.
Aşkı muhabbetimle Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Ali’nin sırına ereyim dersen. Deyişin mana yorumu...
Alinin sırına ereyim dersen,
Mürşidi kamile varın erenler.
Gönül kabesine gireyim dersen,
Ol Bahri ummana dalın erenler.
Elesti bezminde odur var olan,
Hakkı hakikatle bize yar olan,
Bütün kainatta gizli sır olan,
Bu ilmin sırına erin erenler.
Esrari bu yolun kenter kuludur,
Yükü ilim irfan gevher doludur,
Ali yolu insanlığın yoludur,
Gönülden gönüle girin erenler.
Aşık Esrari
Deyişin mana yorumu…
Aşık Esrari, bu deyişinde yola girecek olan canlara rehberlik konumunu ve nasıl talip olunur onu dile getirmiştir.
Ali’nin sırrına ereyim dersen deki mana, Batın-i anlamda varlık noktası ile varlığın özü olan Ali kavramını anlamakla mümkündür. Ali kavramı O’nun ilminden, bilgisinden ve irfanından nasiplenmektir. Aynı zamanda nasiplenmeye davettir.
Şahı Merdan Ali’nin sırrı ise, O’nun zahir ile batın ilminden, bilgisinden ve irfanından ibarettir. Ancak bu manevi değerlere sahip olanlar, Şahı Merdan Ali’nin sırrına erebilirler. Mürşid-i Kamil, ilimden, bilgiden ve irfandan haberdar olandır. Gönül kabesine girebilmek için, Bahri ummandan nasiplenmek gerekir.
Buradaki Bahri Uman Tasavvuf ilmine, ilmi ledüne göndermedir. Öğrenmenin sınırının olmadığı yani sınırsız olduğu vurgulanmaktadır. Önemli olan da bu sınırsız ilimden nasiplenmektir.
Elet-i Bezm…
Allah’ın, „Ben sizin rabbiniz değil miyim“ hitabında bulunan ve ruhların da evet dediği Arif-i billah meclisidir. Diğer bir manada ele aldığımızda Hakk’tan gelen varlıkların, Hakk tarafından denetlendiği, gözetlendiği bir gerçektir.
Bu gerçeği, zahiri alemde Anne ile karnında taşıdığı bebeğiyle özdeşleştirebiliriz. Çocuk anne karnında olduğunu biliyoruz, hisediyoruz ancak göremiyoruz yani bizim açımızdan batın alemindedir, sıret konumundadır. Dünyaya geldiği an, batın aleminde olan çocuk zahiriye zuhur etmiş yani sıretten sıfata bürünmüştür.
Anne ile çocuğun göbek bağı kesildiği andan itibaren çocuk kendi başına bir insandır. Her ne kadar çocuk özgür olsa da çocuk annenin gözetimindedir ve annenin gözü çocuğunun üstündedir. Işte Yaradan ile yaratılanın konumu da bundan ibarettir.
dolayısıyla Şahı Merdan Ali, Arif-i Billah meclisinde var olduğu, Hakk’ın nurani sırlarına-kudretine-ilahi sırrına erdiği ve bu nurun, Kainattaki tüm varlıklarda belirdiğini veya yansımasının sözkonusu olduğunu vurgulamaktadır.
Yol, ilim irfan yolu olduğu için Aşık Esrari de ilim irfana talip olduğunu, ilim irfandan nasiplenmeyi istediğini, aldığı nasiplen de insanlık yolunda hizmet etmeyi arzuladığını dile getirmiştir.
Ilim irfan muhabbetiyle ancak gönülden gönüle girilebileceğini vurgulanmıştır.
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Iyi insan, kusur gören değil onu örtendir...
Kusur kelime anlamı eksiklik, noksanlık gibi anlamlara gelmektedir. Diğer bir deyimle insandaki irade eksikliğine işarettir.
Örtmek ise kişinin eksiğini, noksanlığını duyulmasına, dedikodu yapılmasına ve yayılmasına engel olmaktır.
Iyi insanların nazarında, eksiklik veya noksanlık kişinin algısındadır. Çünkü algı, kişinin bilincinde oluşan yansımadır.
Eğer bir kişi, kusur bulmak için bakarsa elbetteki bir kusur bulması mümkündür. Fakat insanlık felsefesince marifet, kusur bulmak değil onu örtmektir.
Insanlık felsefesi, Evrensel ahlak ilkelerinin sevgiye, hoşgörüye dayalı manevi değerlerdir.
Dolayısıyla insanlık felsefesinden yola çıkıldığı zaman, iyi ve kötü olmak üzere iki felsefe sözkonusudur.
Birincisi, kötülerin felsefesidir. Kusur aramak ve bulmaktır.
Ikincisi, iyilerin felsefesidir. Görülen kusuru örtmektir.
Demek oluyor ki kötü niyetli bir insan, kusuru arar ve bulur. Çünkü amacı, kötülük yapmak ve zarar vermektir. Oysa iyi niyetli bir insan, kötülüğün yapılmasına engel olur. Çünkü amacı iyilik yapmaktır.
Ozaman insanlar doğuştan iyi veya kötü olabilir mi?
Iyi veya kötü insan yoktur. Birileri için kötü insan iken, birileri için de iyi insan olabilir.
Işin gerçeği insanlar, iyi veya kötü olarak değil kişiliksiz doğarlar. Kişiliğini, birlikte yaşadığı insanlara göre şekillendirir.
Kişilik bireyin zihinsel, ruhsal, hal ve davranışları hakkındaki bilgisidir. Yani iyi veya kötü insan olmak, bireyin kişiliğiyle alakalıdır.
Sonuç itibariyle kusur görmek, kötü niyetin ve örtmek ise, iyi niyetin tarifidir. Dolayısıyla iyi niyetli insan olmak için ilme arkadaş, ahlaka dost, sabıra yoldaş olmak gerekir. Aşk ile Huu…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=